Akif Beki'den Baransu'ya ağır misilleme

Akif Beki'yi "MİT'çi gazeteci' olmakla suçlayan Mehmet Baransu'ya sert bir yanıt geldi.

Akif Bekiden Baransuya ağır misilleme
14 Ocak 2012 Cumartesi 12:03 tarihinde eklendi, 1.433 kez okundu.

 

Akif Beki'den Taraf yazarı Mehmet Baransu'ya sert bir misilleme geldi. Baransu'nun geçtiğimiz günlerde Twitter'dan Beki'yi hedef alan mesajlarına yanıt vermeyen Beki, bugünkü yazısında isim vermeden Baransu'ya çaktı.
 
İşte Akif Beki'nin o yazısı... 
 
 
'Sıra kimde' şayiaları
 
Kime kızılıyorsa hakkında bir dedikodu çıkarılıveriyor. Korku rüyalarıyla ikame edilen şey, kanun nizamı olmaktan hayli uzak.
 
Tutuklanma sırası filancada, falancanın da telefonu dinleniyor, feşmekan teknik takibe takılmış. Ya bugün ya yarın çalındı çalınacak adamın kapısı” diye sürüp gidiyor şayialar. 
 
Öyle ki sokak kavgalarında bile duyulmayan ‘şayia’ kılıklı garip tehditler kalem kavgalarında söyleniyor. ‘Bekçiyle, zabıtayla, garsonla çocuk korkutmak gibi’ harcıâlem söylentilerin ciddiyetle tartışılma zemini buluyor olması çok daha fena! 
 
Devlet gücü, çoluk çucuğun elinde bir korkutma aracına dönüşüyor. “Seni sürüm sürüm süründürürüm” demenin bir yolu artık, muhatabına polisli, savcılı, hâkimli kâbuslar gördürmek. Karşı tarafın rüyasına girip karakola çektirmek, uykusuna kelepçe sokmak da başvurulan adi yöntemler arasında.
 
Kime kızılıyorsa hakkında bir dedikodu çıkarılıveriyor. Korku rüyalarıyla ikame edilen şey, kanun nizamı olmaktan hayli uzak. 
 
Görevini hakkıyla yapan polislere de hukuku üstün tutan savcı ve hâkimlere de bundan büyük bühtan olmaz. Kolluk öcüleştiriliyor. Lakin bu haksızlığı ortadan kaldırmak, ‘tedhiş’ amaçlı şayiaları çürütmek yine onların görevi. 
 
Polisler, savcılar ve hâkimler bir kan davasının tarafları gibi “Şeytan azapta gerek” diyemez. İşler çığırından çıkmadan ‘cadı avı’ safsatasının asılsızlığını ispat etmek yine onlara düşüyor. 
 
Zihinleri bulandırıp dezenformasyon çarklarına alet olmamak için tekrardan kaçınıyorum. Fakat şayialar ayyuka çıkmış, söylentiler yayılacağı kadar yayılmış. 
 
Fitnenin çoğalmasından anlıyorum ki gıybet ve iftira merkezleri işbaşında. Gayeleri bir yana, mücadele şekli olarak fitneyi çoğaltanlar eskinin psikolojik harekât taktiklerini kopya ediyor.
 
İçinde polis, savcı ve hâkim sözcüklerinin bolca geçtiği tevatürler piyasaya sürülüyor. 
 
Eline çanta tutuşturulmuş, eline kâğıt kalem verilmiş tıfıl kuryelerin, sabiyane akılların seviyesine tenezzül etmek istemeyenlere ben de bir kopya veriyorum. 
 
Belagatin altın kurallarındandır karşınızdakine anlayacağı dilden konuşmak. Tanıdığım en büyük belagat ustası ise Said Nursi. İdraksiz sübyanla muhataplığı gradosuna yediremeyenler, onun parlak belagatinden feyz alsın. 
 
İhtiyaç duyanlara, gıybet ve iftira bahsi için müracaat edebilecekleri bir kaynak öneriyorum: Nursi’nin Mektubat adlı eserinden 22. Mektup. 
 
“Gıybet, Kuran nazarında gayet menfur ve ehl-i gıybet, gayet fena ve alçaktırlar. Gıybet haset, inat ve husumet ehlinin en çok istimal ettikleri alçak bir silahtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silaha tenezzül edip istimal etmez. 
Nasıl meşhur bir zat demiş; düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet zayıf, zelil ve aşağıların silahıdır... ” 
 
Tecessüs, başkalarının gizli ayıplarını, kusur ve günahlarını araştırmaktır. Mahreme dair ifşaat da cemiyeti ifsad eden gıybet zehrinin ham maddesi. 
 
“Nedir alçakların kullandığı bu gıybet” diyeceksiniz. 
 
Nursi’ye göre gıybet şöyle bir alçaklıktır: “Gıybet odur ki gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese zaten gıybettir. Eğer yalan dese hem gıybet hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır... ” 
 
İtibarsızlaştırmak, insanların şeref ve namuslarıyla oynamak, haysiyetlerine saldırmaktır gıybet. Yayılan şayianın bir aslı var ve doğruysa gıybettir, yalansa iftira. Biri alçaklık, diğeri katmerli bir alçaklık. Al birini vur ötekine... 
 
Said Nursi şöyle yakınır risalelerinde: “Hâkim kendi müddei (yani iddia makamı, yani savcı, yani suçlayan taraf, yani davacı) olsa elbette ona şekva edilmez. Kimden kime şikâyet edeyim? Ben dahi şaştım. Gel, sen söyle, bu hale ne diyeceğiz?” 
 
Bir değil, binbir şayia dolaşıyor ortalıkta. Fitne ve fücuru yayarak korku rüyaları imal ediyorlar. ‘Şuyuu vukuundan beter’ deyip geçelim mi? 
 
Bu şayialara kendimi alıştıramıyorum ben. Gel, sen söyle arkadaş, o vakit ne diyeceğiz bu hale?