Başbakansız ilk bütçe maratonu

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek TBMM Genel Kurulunda, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısını sundu

Başbakansız ilk bütçe maratonu
08 Aralık 2011 Perşembe 14:49 tarihinde eklendi.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, dünyada güçlü büyüme performansı ile öne çıkan ve 2010 yılında yüzde 9 büyüyen Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5 büyümesinin beklendiğini bildirdi.

 
Şimşek, TBMM Genel Kurulunda, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısını sundu. Şimşek, 17 Ekim 2011 tarihinde TBMM'ye sunulan 2012 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı'nın Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki görüşmelerinin yoğun bir çalışma sonucunda tamamlandığını anlattı.
 
Sunumuma, dünya ve Türkiye ekonomisinin görünümüyle ilgili değerlendirmelerle başlayan Şimşek, dünya ekonomisinde küresel kriz sonrası olağanüstü para ve maliye politikası destekleriyle başlayan ekonomik toparlanmanın, 2011'in ikinci çeyreğinden itibaren ivme kaybettiğini, küresel ekonominin, Avro Bölgesinde derinleşen borç krizinin etkisiyle tekrar belirsizliklerin arttığı bir döneme girdiğini kaydetti.
 
Küresel ekonominin karşı karşıya olduğu riskleri, Euro Bölgesi kamu borç krizinin derinleşmesi ve İtalya gibi büyük ekonomilere yayılması, kamu borç krizinin zaten zayıf olan bankacılık sistemini olumsuz yönde etkilemesi, gelişmiş ülkelerde büyümenin zayıf kalması ve yeterli istihdam sağlayamaması ve global büyümeye ilişkin beklentilerde bozulmaya rağmen emtia fiyatlarının yüksek seyretmesi olarak 4 başlıkta toplayan Bakan Şimşek, 2010 yılı başında açığa çıkan Euro Bölgesi kamu borç sorununun, siyasi iradenin piyasaları tatmin edici bir çözüm üretememesinden dolayı AB'deki diğer bazı ülkelere de sıçradığını anımsattı.
 
Son aylarda dünyanın en borçlu üçüncü ülkesi İtalya'yı da etkisi altına alan krizin, küresel ekonomi açısından büyük bir tehdide dönüştüğünü, bu kapsamda yarın Brüksel'de gerçekleşecek olan AB Liderler Zirvesi'nin büyük önem taşıdığına işaret eden Şimşek, son günlerde piyasalarda oluşan olumlu havanın, bu zirveden çıkacak iki önemli beklentiyi yansıttığını ilkinin, piyasalardan sürdürülebilir maliyetlerle borçlanamayan ülkelere desteğin artırılacağı ve mali bünyesi zayıflayan bankalara sermaye desteğinin sağlanacağı olduğunu, ikincisinin ise böyle bir krizin bir daha yaşanmaması ve Euro Bölgesinin sürdürülebilirliği için gerekli kurumsal ve yapısal reformların yapılacağı olduğunu bildirdi.
 
Küresel krizden dolayı bilançoları zaten zayıflamış olan bankaların şimdi de portföylerinde tuttukları problemli ülke tahvillerinin piyasa değerindeki düşüşler nedeniyle önemli kayıplarla karşı karşıya olduğunu, piyasa şartlarının elverişli olmaması nedeniyle bankaların sermaye artırımına olumlu yaklaşmadığını, devlet desteği olmadan bankaların sermaye yeterlilik oranlarını tutturmasının ancak bilanço küçültülmesi yoluyla mümkün olacağını dile getiren Mehmet Şimşek, bunun da reel ekonomide muhtemel sorunları daha da derinleştirebileceği uyarısında bulundu.
 
Mehmet Şimşek, gelişmiş ülkelerin kriz sonrası potansiyelin altında büyümesi ve yeterli istihdam yaratamamasının global büyüme beklentilerini olumsuz yönde etkilediğini, dünya ekonomisinin yarısından fazlasını oluşturan gelişmiş ülkelerdeki bu sorunun, gelişmekte olan ülkeleri ticaret ve sermaye kanalı ile olumsuz etkilemesinin muhtemel olduğunu, ayrıca, gelişmiş ülkelerin güven veren bir orta vadeli mali plan ortaya koyamamalarının finansal piyasalarla yatırımcı ve tüketici beklentilerini olumsuz yönde etkilemekte olduğunu bildirdi.
 
TÜRKİYE'NİN GÜÇLÜ BÜYÜME PERFORMANSI
Küresel büyüme beklentilerindeki zayıflamaya karşın emtia fiyatlarının göreceli yüksek düzeyini korumasının, küresel ekonomi için bir risk oluşturduğunu, bu durumun, özellikle doğal kaynaklar açısından dışa bağımlı ülkelerin enflasyon ve büyüme dinamikleri açısından olumsuz bir gelişme olduğunu vurgulayan Şimşek, bu çerçevede, dünya ekonomisinin 2011 ve 2012 yılları büyüme tahminlerini IMF yüzde 4, OECD ise sırasıyla yüzde 3,8 ve yüzde 3,4 olarak açıkladığını anımsattı.
 
Şimşek, şöyle devam etti:
 
"Her ne kadar yüzde 4'lük oran makul görünse de büyüme, ülke grupları arasında önemli farklılıklar gösterecektir. Küresel büyümenin dörtte üçünden fazlasını, başta Çin ve Hindistan olmak üzere gelişmekte olan ülkeler sağlayacaktır. Bu ülkelerin 2011 ve 2012 yıllarında sırasıyla yüzde 6,4 ve yüzde 6,1 büyümesi beklenmektedir. Çin ve Hindistan hariç tutulduğunda bu rakamlar sırasıyla yüzde 4,6'ya ve yüzde 4,2'ye düşmektedir. Gelişmiş ülkelerde, büyüme yüzde 1,6 ve yüzde 1,9 olarak öngörülmektedir. Euro Bölgesinde ise devam eden borç krizi nedeniyle global büyümeye ilişkin aşağı yönlü riskler artmıştır.
 
Türkiye, dünyada güçlü büyüme performansı ile öne çıkmaktadır. 2010 yılında yüzde 9 büyüyen Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5 büyümesi beklenmektedir. Bu büyüme oranlarıyla Türkiye, AB ülkeleri içinde ilk sıradayken dünya büyüme liginde de üst sıralarda yer almaktadır. Dünya ekonomisindeki yavaşlamaya paralel olarak ülkemizin gelecek yıl yüzde 4 civarında büyümesi beklenmektedir.
 
Bildiğiniz gibi, küresel kriz en yıkıcı etkisini istihdam üzerinde göstermiştir. ILO istatistiklerine göre, 2007 yılı sonunda 177 milyon olan dünyadaki işsiz sayısı 2010 yılı sonu itibarıyla yaklaşık 28 milyon artarak 205 milyona ulaşmıştır. ILO, 2011 yılı için işsiz sayısını 203,3 milyon olarak tahmin etmektedir.
 
Küresel ekonomideki toparlanma bu kayıpları telafi edememiştir. İşsizlik oranları halen kriz öncesi seviyelerin üzerindedir. Mukayese etmek için Aralık 2007 tarihindeki mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranını 100 kabul edersek, 2011 Ekim ayı itibarıyla işsizlik seviyesi ABD'de 180'e, gelişmiş ekonomilerde ve Euro Bölgesinde ise 140 seviyesine çıkmıştır. İstihdam yaratmada Türkiye dünyadan pozitif yönde ayrışmıştır. Uygulamaya koyduğumuz aktif işgücü politikaları ve güçlü büyüme sayesinde Türkiye rekor düzeyde istihdam yaratmıştır. Aralık 2007'deki mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranını 100 kabul edersek, 2011 Ağustos itibarıyla işsizlik seviyesi kriz öncesi seviyenin altına, 94'e kadar inmiştir."
 
GELİŞMİŞ ÜLKELERİN BORÇ SORUNU
Bugün gelişmiş ülkelerin borçların sürdürülebilirliği sorunuyla karşı karşıya olduğunu, bu sorunun, küresel krizle ortaya çıkan özel sektör bilanço problemleri ve finansal sektördeki kırılganlıkların kamu bilançolarına yansımasından kaynaklandığına dikkati çeken Şimşek, gelişmiş ülkelerde kriz öncesi dönemde ortalama yüzde 1,1 olan genel devlet bütçe açığının GSYH'ye oranının 2009 ve 2010'da sırasıyla yüzde 8,7'ye ve yüzde 7,5'e çıktığını, 2011 ve 2012'de ise bu oranın yüzde 6,5 ve yüzde 5,2 olacağının öngörüldüğünü bildirdi.
 
Euro Bölgesinde ise kriz öncesi dönemde yüzde 0,7 olan bütçe açığının GSYH'ye oranının, 2009 ve 2010'da sırasıyla yüzde 6,3'e ve yüzde 6'ya yükseldiğini, alınan önlemlerin etkisiyle bu oranın 2011 ve 2012'de sırasıyla yüzde 4,1'e ve yüzde 3,1'e düşeceğinin tahmin edildiğini, özellikle gelişmiş ülkelerde yükselen bütçe açıklarının, kamu borç stokunun da artmasına neden olduğunu, 2007-2011 döneminde gelişmiş ülkelerde kamu borç stokunun GSYH'ye oranının, ortalama 30 puan artarak yüzde 104 seviyesine çıktığını kaydetti.
 
Şimşek, gelişmiş G-20 ülkelerinde 2011'de yüzde 110 olan borç stokunun milli gelire oranının, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana görülen en yüksek seviye olduğunu, bu oranın önümüzdeki yıl, daha da artarak yüzde 113 seviyesine çıkacağının tahmin edildiğini, Avro Bölgesinde ortalama borç stokunun GSYH'ye oranının 2007'de yüzde 66,4 iken bu oranın 2011 itibarıyla yüzde 88,6'ya, 2012'de ise yüzde 90'a çıkmasının beklendiğini anlattı.
 
Yapılan akademik çalışmaların, yüzde 90 seviyesindeki bir kamu borç stokunun uzun vadeli büyüme oranları üzerinde çok ciddi olumsuz etki yarattığını ortaya koyduğunu aktaran Mehmet Şimşek, gelişmekte olan ülkelerde ise kamu finansman dengelerinin daha sağlıklı bir görünüme sahip olduğunu, bu ülkelerin her ne kadar krizle birlikte bütçe açığı vermiş olsalar da kriz sonrası uyguladıkları mali sıkılaştırma sayesinde bütçe açıklarını azalttıklarını, gelişmekte olan ülkelerin kriz öncesi dönemde GSYH'ye oran olarak yüzde 1,2 genel devlet bütçe fazlası verirken 2009 ve 2010 yıllarında sırasıyla yüzde 4,1 ve yüzde 2,9 oranında açık verdikleri bilgisini verdi.
 
Gelişmekte olan ülkelerin, borç stoku bakımından da gelişmiş ülkelere göre daha iyi durumda olduğunu, bBu ülkelerde, kriz öncesinde yüzde 34,6 olan borç stokunun GSYH'ye oranı 2009 ve 2010'da sırasıyla yüzde 35,4'e ve yüzde 39,3'e çıktığını, 2011 ve 2012'de ise bu oranın yüzde 36,2'ye ve yüzde 34,5'e gerilemesi beklendiğini belirten Şimşek, şöyle devam etti:
 
"Türkiye'de ise uyguladığımız doğru politikalar sayesinde mali dengelerimizde kriz öncesi seviyeleri yakaladık. Ülkemizde krizden önce yüzde 0,2 olan genel devlet bütçe açığının GSYH'ye oranı, küresel krizin etkisiyle 2009 yılında yüzde 5,5'e yükselmiştir. Hükümetimizin aldığı tedbirler sayesinde 2010 yılında yüzde 2,9'a gerileyen bütçe açığının, 2011'de yüzde 1 civarına düşeceği tahmin edilmektedir. Bu oranın 2012 yılında ise yüzde 0,8 olarak gerçekleşeceğini öngörüyoruz. Benzer şekilde kriz öncesi yüzde 39,9 olan brüt kamu borç stokunun GSYH'ye oranı krizle birlikte 2009'da yüzde 46,1'e yükselmiştir. Sağladığımız bütçe disiplini sayesinde 2010 yılında yüzde 42,2'ye gerilemiş olan bu oranın, 2011 yılında yüzde 39,8'e, 2012'de ise yüzde 37'ye düşeceği öngörülmektedir.
 
Türkiye'de son zamanlarda gözlemlenen enflasyondaki artış sadece bize özgü bir durum değildir. 2010 yılında hedeflerimiz doğrultusunda yüzde 6,4 olarak gerçekleşen yıl sonu enflasyonunun, Merkez Bankası tahminlerine göre 2011 yıl sonu itibarıyla yüzde 8,3'e çıkacağı beklenmektedir. Bu artışta daha önce bahsettiğim emtia fiyatlarındaki artışın yanı sıra; güçlü iç talep, Türk lirasındaki değer kaybı ve Ekim ayında yaptığımız vergi artışları etkili olmuştur. Yavaşlama sürecine giren iç talep ile enflasyonu yukarı iten diğer faktörlerin etkisinin geçici olacağı dikkate alındığında enflasyonun 2012'de yüzde 5'lik hedefe yaklaşacağını tahmin ediyoruz.
 
Küresel kriz sonrası dönemde Türkiye ekonomisi, sürekli iyileşen kamu finansman dengeleri ve istihdam yaratan güçlü büyümesi ile birçok ülkeden pozitif yönde ayrışmıştır. Bu ayrışmada, hükümetimizin ortaya koyduğu güçlü siyasi irade, kredibilitesi yüksek Orta Vadeli Program ve sağlam bankacılık sektörü büyük rol oynamıştır. Türkiye ekonomisi kriz sonrası dönemde özel sektör dinamizmi ile çok güçlü bir büyüme sürecine girmiştir. Kriz sonrası dönemdeki büyüme performansı ile Türkiye, küresel büyüme liginde en üst sıralarda yerini almıştır. Birçok ülke henüz kriz öncesi GSYH seviyesine ulaşamamışken Türkiye ekonomisi Haziran sonu itibarıyla sabit fiyatlarla kriz öncesi seviyesini yüzde 9 oranında aşmıştır."
 
Şimşek, Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5, gelecek yıl ise dünya ekonomisine ilişkin artan belirsizlikler ve en büyük ihracat pazarımız olan AB'deki kriz nedeniyle yüzde 4 civarında büyüyeceğinin öngörüldüğünü bildirerek, "Bu süreçte iç talep artışını daha makul düzeye çekmek için aldığımız tedbirler de etkili olacaktır" dedi.
 
Türkiye ekonomisinin güçlü performansının bir tesadüf olmadığını belirten Şimşek, şöyle devam etti:
 
"Gerek küresel kriz öncesi dönemde gerekse küresel kriz sürecinde ve sonrasında Hükümetimiz, tüm politika araçlarını orta vadeli bir perspektifle zamanında ve kararlı bir şekilde kullanmıştır. Türkiye, krizle mücadelede birçok bakımdan dünyaya örnek bir ülke olmuştur. AK Parti Hükümetleri döneminde (2003-2011) Türkiye ekonomisi, 2009'da yaşanan son 60 yılın en büyük küresel krizine rağmen ortalama yüzde 5,1 büyümüştür. Kriz öncesi dönemde (2003-2007) ise ortalama büyüme oranı yüzde 6,9 olmuştur. Bu performans, hem AK Parti Hükümetleri öncesindeki dokuz yıllık dönemin (1994-2002) yüzde 2,4'lük hem de 1924-2002 döneminin yüzde 4,5'lik büyümesinden daha güçlüdür."
 
 
"GÜÇLÜ MALİ DENGELER SAYESİNDE ÜLKEMİZ İLK DEFA BİR KRİZİ KENDİ İMKAN VE PROGRAMI İLE AŞMIŞTIR"
 
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, güçlü mali dengeler sayesinde Türkiye'nin ilk defa bir krizi kendi imkan ve programı ile aştığına dikkati çeker, "Son 60 yılın en büyük küresel krizinin yaşandığı bu dönemde, bir IMF programı veya Mali Kural olmadan da mali disiplinin sürdürülebileceğini gösterdik" dedi.
 
TBMM Genel Kurulunda 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısını sunan Şimşek, kriz sonrası ekonomik toparlanmanın en çarpıcı özelliklerinden birinin yüksek istihdam yaratan bir büyüme olması olduğunu, 2007 yılında yüzde 10,3 olan manşet işsizlik oranının, krizin etkisiyle Şubat 2009'da yüzde 16,1'e kadar yükseldiğini belirtti.
 
Uygulamaya koyulan aktif işgücü politikaları ve büyümede yakalanan güçlü performans sayesinde, Ağustos 2011 itibarıyla, işsizlik oranının yüzde 9,2'ye düştüğünü, böylece Türkiye'nin, işsizlik oranını kriz öncesi dönemin altına indiren nadir ülkelerden biri olduğunu dile getiren Şimşek, mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranının ise Ağustos ayı itibarıyla yüzde 9,6'ya gerileyerek bu serinin tutulmaya başlandığı 2005'ten bu yana en düşük seviyeye geldiğini belirtti.
 
Türkiye'nin istihdamdaki başarısını daha iyi anlayabilmek için başka ülkelerin performansıyla karşılaştıran Bakan Şimşek, istihdamdaki bu performansın, işgücüne katılım oranının hızla arttığı bir ortamda gerçekleştiğini vurguladı.
 
2000'Lİ YILLARDAKİ BÜTE AÇIKLARI
2007'den bu yana işgücüne katılım oranının 4,8 puan artarak yüzde 51'e yükseldiğini anlatan Şimşek, devamla şunları kaydetti:
 
"Euro Bölgesinde derinleşen kamu borç krizi tüm dünyada olduğu gibi bizim ekonomimiz için de bir risk teşkil etmektedir. Çünkü Avrupa Birliğinin ekonomik performansı Türkiye açısından büyük önem taşımaktadır. İhracatımızın yaklaşık yarısı, doğrudan küresel yatırımların yaklaşık yüzde 80'den fazlası ve yabancı turistlerin yaklaşık yüzde 60'ı Avrupa Birliği kaynaklıdır.
 
Ancak sağlam makroekonomik temelleri ve hızlı karar alma kabiliyetine sahip hükümetiyle ülkemiz dış şoklara karşı daha önce hiç olmadığı kadar dirençlidir. Türkiye'nin istihdam yaratan güçlü büyüme performansı, sürekli iyileşen kamu finansman dengeleri, sağlıklı bankacılık sektörü ve hanehalkı bilançosu ile kredibilitesi yüksek Orta Vadeli Programı, bize potansiyel risklere karşı güçlü bir manevra alanı sağlamaktadır.
 
Türkiye'nin kamu finansman dengeleri son derece sağlıklıdır. Kriz sonrası dönemde bütçe açıklarını ve kamu borçlarını hızlı bir şekilde iyileştirdik ve küresel kriz öncesi konuma getirdik. 2011 yılı sonu itibarıyla brüt kamu borç stokunun GSYH'ye oranının yüzde 39,8'e düşmesini bekliyoruz. Orta Vadeli Program dönemi sonunda (2014) bu oranın yüzde 32'ye düşmesini öngörüyoruz. Ayrıca kamu net dış borç stokunu Haziran sonu itibarıyla sıfırladık hatta dış dünyadan net olarak yaklaşık 300 milyon TL alacaklı konuma geldik.
 
Benzer şekilde, genel devlet bütçe açığını da neredeyse kriz öncesi seviyelere getirdik. Hükümetimizin aldığı tedbirler sayesinde genel devlet bütçe açığının GSYH'ye oranını, bu sene sonu itibarıyla yüzde 1'e düşürmüş olacağız. 2014 yılı sonu itibarıyla bu oranın yüzde 0,4'e düşeceğini tahmin ediyoruz.
 
Şayet, küresel krize 2000'li yılların başındaki gibi yüksek bütçe açıkları ve borç stoku ile yakalansaydık, küresel krize karşı hareket alanımız olmayacaktı ve kriz, ülkemiz üzerinde yıkıcı bir etki gösterecekti. 2002 yılında GSYH'nin yüzde 10,8'i olan bütçe açığını 2007 yılında yüzde 0,2'ye kadar indirdik. Aynı şekilde 2002 yılında GSYH'nin yüzde 74'ü olan kamu borç stokunu 34 puan düşürerek yüzde 40'ın altına indirdik.
 
Bu güçlü mali dengeler sayesinde ülkemiz ilk defa bir krizi kendi imkan ve programı ile aşmıştır. Son 60 yılın en büyük küresel krizinin yaşandığı bu dönemde, bir IMF programı veya Mali Kural olmadan da mali disiplinin sürdürülebileceğini gösterdik. Küresel krizden sadece iki yıl sonra, olası yeni şoklara karşı mali manevra alanı yarattık."
 
GLOBAL BANKACILIK SİSTEMİ
Euro Bölgesi kamu borç krizinin global bankacılık sistemini tehdit ettiği bu günlerde, Türk bankacılık sektörünün dünyadaki birçok ülke ile karşılaştırılamayacak kadar sağlıklı olduğunu, her şeyden önce bankacılık sektörünün sermaye yapısının güçlü olduğunu, AK Parti hükümetleri döneminde Türk bankacılık sektörünün özkaynaklarının, yaklaşık 5 kat artarak 26 milyar TL'den Eylül 2011 itibarıyla 142 milyar TL'ye çıktığını ve bu sayede Basel II tanımlı sermaye yeterlilik oranının, yüzde 16,4 ile asgari yasal sınır olan yüzde 8'in iki katından yüksek olduğunu belirtti.
 
İkinci olarak, bankacılık sektörünün aktif kalitesinin oldukça yüksek olduğunu, bankacılık sektöründeki kredi artışına rağmen problemli kredilerin oranının giderek azaldığını, bu oranın 2002 yılında yüzde 17,6 iken Eylül 2011 itibarıyla yüzde 2,7'ye gerilediğini, üçüncü olarak, bankacılık sektörünün özkaynak karlılık oranının küresel kriz döneminde bile yüksek seyrettiğini belirten Şimşek, şunları söyledi:
 
"AK Parti Hükümetleri öncesinde zayıf bankacılık sektörü sadece ekonomik istikrar programlarının başarısını engellemekle kalmamış, 1994 ve 2001 krizlerini tetikleyen önemli bir etken olmuştur. Oysa bugün bankacılık sektörü, küresel kriz sonrası dönemde Türkiye'nin güçlü çıkışını destekleyen en önemli unsur olmuştur. Kriz döneminde batık banka problemi yaşamayan ve bu anlamda vatandaşına yük getirmeyen nadir ülkelerden birisiyiz. Çünkü gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkenin ancak kriz sonrası dönemde başlattığı bankacılık sektörü stres testlerini, biz 2004'ten beri yapıyoruz. Yine küresel kriz sonrasında gündeme gelen, alınan risklere karşı daha yüksek sermaye gereği konusunda biz 2006'da adım attık ve yüzde 12 hedef sermaye yeterlilik oranı uygulamasını başlattık.
 
Türkiye'yi küresel belirsizliklerin arttığı bir dönemde diğer ülkelerden ayıran faktörlerden biri de güçlü hanehalkı bilançosudur. Ülkemizde hanehalkının borçluluk düzeyi son yıllarda yükselse de hala nispeten düşüktür. Bundan da önemlisi hanehalkının borcunu döndürebilme kabiliyeti de yüksektir.
 
Kriz öncesi, yüzde 12,3 olan hanehalkı yükümlülüklerinin GSYH'ye oranı, Haziran 2011 itibarıyla yüzde 18,8'e çıkmıştır. Bu oran, bünyesinde birçok gelişmekte olan ülkenin bulunduğu AB-27'de ortalama yüzde 60 düzeyindedir.
 
Son olarak, hanehalkı bilançosunda kur riski yok denecek kadar azdır. Çünkü hükümetimiz makro-ihtiyati bir tedbir olarak hanehalkının döviz cinsinden borçlanmasına izin vermemektedir. 2002'de tüketici kredileri içerisinde döviz ve dövize endeksli kredilerin payı yüzde 15 iken Eylül 2011 'de yüzde 1 'e gerilemiştir."