"Dicle'yi kurtarmak Türkiye'yi bölebilir"

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu,tutuklu vekillerle ilgili görüş açıklayacak olan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'a sert çıktı

Dicleyi kurtarmak Türkiyeyi bölebilir
27 Haziran 2011 Pazartesi 16:35 tarihinde eklendi, 2.211 kez okundu.

 

Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesiyle başlayan Türkiye'nin en büyük siyasi krizini değerlendiren Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, krizin hangi yasal düzenlemelerle aşılabileceğini ve bu yasal düzenlemelerin olası tehlikelerini anlattı:
 
"Milletvekili seçilmenin kriterlerinden biri de 'bir yılın üzerinde hapis cezası almamış olmak'tır. Oysa Dicle'nin böyle bir cezası var. Ya bir Anayasa değişikliği ile bu kriteri tümden kaldırmanız ya da 'bir yıl' ifadesini mesela üç yıla çıkarmanız lazım. Ama bu da yetmez, Anayasa'nın 14'üncü, 83'üncü ve 76'ncı maddelerinin de değişmesi gerekir. Ama o zaman Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet ve millet ile bölünmez bütünlüğü ne olur? İşte bu çok daha mühim bir mesele!" 
 
Seçimlerden çok önce Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, Engin Alan gibi tutuklu yargılanan milletvekili adaylarının geleceği için net konuşan Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu Vatan gazetesine ropörtaj verdi.
 
Kanadoğlu'nun ropörtajının önemli bölümleri satırbaşlarıyla şöyle:
 
TUTUKLU VEKİL SORUNU ÇÖZÜLÜR MÜ?
 
Anayasayı değiştirirlerse tabii. Ama şunu söyleyebilirim; her yeni genel seçim yeni bir umuttur, yeni bir başlangıçtır. Yurttaşların geleceğe daha huzurlu, güvenli bakmasını sağlar. Ama bugün Türkiye'deki durum bu değil. Çünkü bir kriz, kaos görünüyor. Bu tabii bir başka sorunu da beraberinde getiriyor. Eğer yargı bağımsız değilse siyasallaşır. Siyasallaşan bir yargı tabii ki hukuk devletinde olmayan bir olgudur ve hukuk devleti yoksa orada demokrasi yoktur. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz, eğer yurttaşlar milletvekili seçimine katılır ve tutuklu olan bazı sanıkları milletvekili olarak seçerse ve o milletvekili seçilenlerin delilleri karartması ve kaçma şüphesi olduğu düşünülerek tahliye talepleri ret ediliyor ise, eğer askerler tadadı, yani sayım yapmayı, kışlada değil de Hasdal Cezaevi'nde yapıyorsa, eğer yargının bağımsızlığı son halk oylamasında yapılan anayasa değişikliği ile ortadan kaldırılmışsa, hem ortaya çıkan duruma şaşmamak hem de gelecek için fazla umuda kapılmamak lazım.
 
DELİL TOPLAMA MAHKEMENİN GÖREVİ DEĞİLDİR
 
Bir milletvekili seçilmiş. Bu bir tedbirdir, ceza değildir. Bir tedbir ise ne zamandan beri de tutuklu oldukları göz önünde ise, milletvekili olunca kaçma kuşkusu ortadan kalktı demektir. Milletvekili seçilen kişinin milletvekilliğini bir tarafa bırakıp da yurt dışına kaçacağını ileri sürmek mümkün mü? Deliller şimdiye kadar toplanmış olmalıydı. Kaç sene oldu bu insanlar tutuklu. Üstelik dava deliller toplandıktan sonra açılır. Yoksa delil toplama mahkemenin görevi değildir. Mahkeme dava açılıncaya kadar toplanmış olan delilleri değerlendirme yeridir. Zaten ucu açık bir şekilde yürüyen bir yargılamanın sağlam bir yargılama olduğu ileri sürülemez. Deliller toplanacaktır, o deliller yeterli ise dava açılacaktır. O halde delilleri karartma diye bir olay ileri sürülemez ve zaten insana sorarlar, 'Sen niye bu delilleri bu kadar süre içinde toplamadın ve bu davayı nasıl açtın?' diye. O zaman delilleri karartma tehlikesi de ortada olmadığına göre herhalde böyle bir sonuç normal kabul edilemez. İşimize geldiği zaman milletin iradesi diyoruz ama milletin seçtiği insanların içeride tutuklu olarak kalmasına da karar veriyoruz. Bu demokrasiyi içselleştirememenin bir sonucudur.
 
DAVA AİHM'E GİDER
 
Yargı bağımsız olmadığı için artık ne olabileceği o mahkemenin takdiri. Yapılacak başka bir şey yok. Ama tabii AİHM'e götürülebilir. Anayasa değişikliği yapmışsınız, o Anayasa değişikliğinde bireysel başvuruyu kabul etmişsiniz. Ne zaman başlayacak bu süreç? Eylül 2012'de. Kurduğunuz o Anayasa Mahkemesi'nin düzeni zaten birdenbire bu davaların altından nasıl kalkacak o da ayrı bir şey. Yani umutlu bir gidiş değil bu. Yine aynı yere geliyorum, bağımsız bir yargı yoksa hukuk devleti yoktur, hukuk yoksa demokrasi yoktur, biz kendimizi aldatıyoruz.
 
367'Yİ İLK ERBAKAN SÖYLEDİ AMA...
 
"Bu konuyu ilk ortaya atan ben değilim, Erbakan. Ama benim üzerimde kaldı. Ben bu saptamamın doğruluğuna inanarak söyledim. Üstelik bu fikrim Anayasa Mahkemesi tarafından onaylandı. Doğru olduğuna inandığım bir şeyi inkar edecek değilim. Varsın üzerime yapışsın!"
 
MİLLETVEKİLLİĞİNİN DÜŞÜRÜLMESİ SEÇİLME HAKKI İHLALİ
 
Tazminat ödersiniz. Yoksa bu şöyle bir sonuç ortaya çıkarmaz; milletvekili olmalıdır bu kişi ya da bu seçimi yenileyin, yeni bir seçim yapın anlamında değil. Hatip Dicle olayında YSK'nın verdiği karar, sonucu itibariyle doğru. Yani elbette ki Anayasa'ya göre 1 yıl veya fazla hapis cezası var ise bir kişinin milletvekilliğine seçilme yeterliliği yoktur, bu çok açık. Adı geçen kişi mahkum olmuş ve bu mahkumiyet kararı da kesinleşmişse, Yargıtay'da onaylanmışsa yapılabilecek hiçbir şey yok. Hiçbir güç bunu değiştiremez. YSK'ya "Bunu idare et, başka bir karar ver" demek hem hukuka hem de anayasaya saygısızlıktır. Bu doğru. Ama seçimlerden 3 gün önce belli olduysa bu durum, kararı seçimden sonraya bırakmak yapılabilecek en büyük hatadır.
 
AİHS'YE AYKIRI
 
Bir kere savunma istemek gerekçesi altında bir ara karar ile böyle bir sonuca varıyorsanız, her şeyden önce kendi durumunuzu yanlış takdir ediyorsunuz. Çünkü siz bir mahkeme değilsiniz. YSK, seçimleri yönetmek ve denetlemekle yükümlü bir kurumdur, yüksek hakimlerden oluşan bir kurumdur, yargılama yapamaz, mahkeme değildir. Yargılama yapamazken savunma istemenin anlamı yok. Ama siz bunu böyle yapınca o kişinin milletvekili adaylığını iptal ettiğiniz anda 70 bine yakın bir oyu çöpe attırıyorsunuz. Bu kararı 3 gün önce verseniz, bu 70 bin kişi oylarını milletvekili seçilme yeterliliği olmayan bir kişiye değil de o seçimde doğru kişiye kullanma şansına sahip oluyordu. Siz ne yaptınız? Seçime soktunuz, seçilme ümidini verdiniz, yurttaşlara bu seçilebilir anlamında telkinde bulundunuz, seçim yapıldı, Hatip Dicle seçildi, ben iptal ediyorum dediniz. Bu fevkalade yanlış bir şey. Bu yurttaşın seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ek birinci protokolünün üçüncü maddesine aykırıdır. Yani Türkiye için fena halde tazminat ödeme durumu çıkacak ortaya.
 
DİCLE'NİN MİLLETVEKİLİ OLMASI NASIL SAĞLANIR?
 
Hatip Dicle'nin milletvekili olması nasıl sağlanır? Anayasa'da 1 yıl hapis cezasını kaldırırsınız veya mesela 3 seneye çıkartırsınız. İşte hukukla oynayarak onu bu hale getirenler oynamanın çok kolay yapılacağını zannediyor. Hukuk, üzerinde oynanarak kendi çıkarına istediğin kararı alma yolu değildir. Bu çaba böyle olmaz. Yani Anayasa'da değişiklik yapılması gerekiyor. Ama diyelim ki ceza süresini 1 yıldan 3 yıla çıkarttınız, bunu yaptınız da diğer kısımları ne yapacaksınız? Bu kişilerin Meclis'e girmesi için 14'üncü, 83'üncü ve 76'ncı maddenin değişmesi lazım. Peki bütün bunları yapmaya kalkışarak bu seçilen ve tahliye edilmeyenlerin tahliyesini sağlarsanız, Türkiye demokratik bir hukuk devleti haline mi gelir? Yani istediği kadar suç işlesin, hüküm giysin ama yine milletvekili seçilsin mi diyeceğiz? Böyle bir demokratik anlayış geçerli bir anlayış mı?
 
BİZİMKİSİ YAP-BOZ DEMOKRASİSİ
 
Anayasayı bu dediğimiz şekilde değiştirirsek bırakın belirli suçların şu andaki sanıklarını, bundan hüküm giymiş bu örgütün liderini de Meclis'e getiririz. Peki, bu acaba Türkiye'ye barış mı getirir yoksa daha geniş bir hesaplaşma, daha geniş bir öç alma durumunu mu getirir? Yani biz barış derken kendimizi bambaşka bir olayın içinde mi buluruz? Bunu, böyle düşünmeden kolayca söylemek mümkün değil...
 
DİCLE VE DİĞER KCK SANIKLARINI AYIRMAK GEREK
 
Hatip Dicle'nin durumu başka. Onunki bir mahkumiyet. O bitti. Diğerleri için 14'üncü ve 83'üncü maddede değişiklik yaparsanız yine bir belirli yola gidersiniz. Mümkün olur. Ama bizimkisi hep yapboz... Bu yapbozdan da demokrasi çıkmaz.
 
85. MADDE DİCLE İÇİN GEÇERLİ OLMAZ
 
85'inci madde yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşürülmesine bir önceki, yani 84'üncü maddenin 1'inci, 3'üncü ve 4'üncü fıkralarına göre karar verilmiş olması halinde, "Bu kararlar aleyhine 7 gün içerisinde anayasaya, kanuna, iç tüzüğe aykırı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurulabilir. Anayasa Mahkemesi de iptal istemiyle 15 gün içinde karara bağlar" diyor. Şimdi birinci fıkra istifa eden milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesi hali... Bu durumun bununla hiçbir ilgisi yok. İkinci fıkra, zaten kesin hüküm veya kısıtlama halinde milletvekilliğinin düşmesi, ki zaten bunun 85'inci madde ile hiç ilgisi yok. 84'üncü maddenin üçüncü fıkrası ise, 82'inci maddeye göre milletvekilliği ile bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmekte olan, ısrar eden milletvekiliğinin düşürülmesi hali, ki yine Genel Kurul'da böyle bir karar verilecek, onun da olayla ilgisi yok.
 
Belki ilgisi var denilebilecek 84'üncü maddenin son fıkrası... Yani Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içinde toplam beş birleşim günü katılmayan milletvekilliğinin düşürülmesi hali. Ne diyor o maddede? 'Özürsüz veya izinsiz' diyor. Hatip Dicle'nin durumunun izinle hiç ilgisi yok. Zaten özürlü. Özür ve mazeret halinde milletvekilliğinin düşmesine karar veremezsiniz. Bu durum Meclis Başkanlık Divanı tarafından tespit edilecek. Yani keyfi ve iradi olarak gelmeme hali. Eğer gelmezse Genel Kurulca üye tam sayısının salt çoğunluğu, yani 276 ile düşürülürse bu yola gidilebilir. Ki böyle bir durum da bahis konusu değil. Çünkü ne izinsiz ne de özürsüz gelme durumu var. Yani sonuç olarak bu da uygulanacak bir madde değil