Fatih zehirlendi mi?

Ahmet Ümit’in yeni romanı “Sultanı Öldürmek”, kocaman kadife bir kutunun içinde çıkıyor

Fatih zehirlendi mi?
15 Nisan 2012 Pazar 10:34 tarihinde eklendi, 1.483 kez okundu.

 

Kitabın sayfalarını çevirince anlaşılıyor bu hançerin hikayesi. Romanın en başında öldürülen tarih profesörü Nüzhet’in boynundaki hançer bu. Her ne kadar bu romanda da cinayeti Başkomiser Nevzat çözecek olsa da, başrolde başka biri var. Bir başka tarih profesörü, 21 yıldır görmediği Nüzhet’e hâlâ âşık olan Müştak Serhazin... Üstelik “psikojenik füg” hastalığından mustarip olan Müştak, cinayeti kendisinin işlediğini ve o anları hatırlamadığını düşünüyor. Roman boyunca düğümü çözülmeye çalışılan bir ölüm daha var. Fatih Sultan Mehmed’in ölümü...
 
Öldü mü, öldürüldü mü? İkincisiyse, onu kim öldürdü? “Sultanı Öldürmek” iki ölümün düğümlerin eşzamanlı olarak çözüldüğü bir roman.
 
* Şu sıralar “Fetih 1453” filmi seyirci rekoru kırıyor. Geçen yıl da John Freely Fatih Sultan Mehmed’i anlatan “Büyük Türk” adında bir biyografi yazdı. Şimdi de sizin romanınız... Fatih’e bu ilgi tesadüf mü?
 
Tesadüf değil tabii. Oraya gitmek kaçınılmazdı, çünkü oradan geliyoruz. Geçen söyleşimizde hatırlarsan bana sordun, ben de Fatih’i yazdığımı söyledim.
 
* 2010’da yapmışız o söyleşiyi. Şöyle demişsiniz: “Osmanlı döneminde İstanbul’da geçen tarihi bir polisiye yazıyorum” demişsiniz.
 
Çalarlar diye söylememişimdir. O zaman bu romanı yazıyordum işte. “İstanbul Hatırası”nın Fatih bölümünü yazarken kitaplar okumaya başlamıştım, dedim ki bundan sonraki roman Fatih Sultan Mehmed. “Bab-ı Esrar”ın başına gelenlerden sonra bunu açıklamamaya çalışıyordum. Dolayısıyla ben bu romanı yazmaya başladığımda ne film vardı ne de diziler.
 
* Freely “Fatih, Kanuni’den çok daha ilginç bir kişi” demişti. Hemfikir misiniz?
 
Kesinlikle. Fatih Sultan Mehmed muhteşem bir roman kahramanı. Kanuni’nin ya da Yavuz’un böyle roman kahramanı olabileceklerini sanmıyorum. Hem de Fatih dönemi, devletin imparatorluğa dönüştüğü bir kırılma noktası. Fatih dendiğinde gözümüzün önüne her zaman güçlü, başından beri yıldızı parlak bir adam geliyor. Ama öyle biri değil. Tahta çıkması rastlantı ve şans. Gerçi üç yaşından beri taht için yetiştiriliyor. Zaten şehzadeysen önünde iki seçenek var: Ya ölürsün ya iktidar olursun.
 
“Fatih’in mezarı açılıp inceleme yapılabilir”
 
* O halde neden baştan sona Fatih’in romanı değil bu?
 
Aslında öyle başladım. Roman, Fatih’in ölümüyle başlıyordu. Öyle devam etseydim, Fatih’in ölümü üzerine bir tez öne sürmek zorunda kalacaktım. “Zehirlenmiştir” ya da “Zehirlenmemiştir” diyecektim. Ama bunların hiçbirini bilmiyorum.
 
* Yine de sorayım. Hangi teze daha yakınsınız? Öldü mü öldürüldü mü?
 
Fatih’in gut hastalığı var. Çok acılar veren bir hastalık ama ölüme neden olmuyor. Daha önce birkaç kez, sefere çıkacakken tutuyor hastalığı ve vezirleri yolluyor, kendi gitmiyor. Son seferine çıktıktan bir hafta sonra gut hastalığından değil, bağırsak tıkanmasından ölüyor. Seferin kime karşı olduğu bilinmiyor. Üç seçenek var. Ya Venedikliler, ya Memlükler, ya da oğlu II. Bayezid... Çünkü Fatih babası gibi oğulları arasında taraf tutuyor, Cem Sultan’dan yana... Öldürülüp öldürülmediğini ben bilemem. Ama mezarını açıp saçından ya da tırnağından toksikoloji incelemesiyle Fatih’in zehirlenip zehirlenmediğini anlamak mümkün...
 
* 1964’te gündeme gelmiş bu, değil mi?
 
Evet, ressam Elif Naci’nin önerisinin ardından Abdi İpekçi bunu dile getirmiş. Çok da iyi karşılanmış, müftü bile “Mezar açılabilir” demiş. Çünkü hakikat hakikattir. Fatih’in zehirlenmiş olması bizim ulusal gururumuza ne gibi bir leke sürebilir? Bu yeni bir şey değil ki. II. Bayezid’i kim öldürdü? Oğlu Yavuz Sultan Selim. Bazıları buna takdir-i ilahi de derler.
 
“Aşk hayatı sıradanlıktan kurtarır, cinayet de ölümü...”
 
* “Şahane bir aşk, çoğu zaman harcanmış bir hayat demektir”. Bir polisiye neden böyle başlar?
 
Çünkü ben hayatın kendisini bir polisiye olarak kurgulayan bir yazarım. Klasik polisiyenin klişeleri, ölçütleri vardır ama benim için hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Ben bir yazarım ve yazarların işi klişeleri bozmak ve alışılmamış yapıtlar ortaya koymaktır. O yüzden bu romanı hem aşk romanı hem de polisiye metin gibi düşündüm. Aşk ve polisiye birbirine çok benzer aslında. Aşk hayatı sıradanlıktan kurtarır, cinayet de ölümü...
 
* Niye şahane bir aşk hayatı harcar?
 
Mevlana’nın bir lafı var, “Aşkı ancak aşkla tartabilirsin”. “Ben sana âşığım” dedin mi, laf. Güzel şiir yazdın mı, yine laf. Ama sen o insana hayatını adarsan... İntihar da bunun yanında sönük kalır. Bütün hayatını seni terk edip gitmiş bir kadına adadığında, işte o harcanmış bir hayattır. Ama şahane bir aşktır.
 
“150’ye yakın kaynak kullandım”
 
* Romanlarda tarih içinde dedektiflik yapıyorsunuz. Düsturunuz “Sultanı Öldürmek”teki şu cümle mi: “Tarihi bilmeyen kendini bilemez”?
 
Aynen öyle. Tarihi yanlış bilirsek de kendimizi yanlış biliyoruz. Yıkılmış bir imparatorluğun çocuklarıyız ve bu kompleksi taşıyoruz. Tarihimizin hep olumlu yanlarını görmek istiyoruz. Başarısızsa hain, başarılıysa ilahi bir varlık. Ben çocuk Fatih’i anlatmaya çalıştım. Çünkü beni ilgilendiren kısmı o. Ben kimsenin bulamadığı tarihi bir gerçeği açıklamıyorum ki! Benim işim, tarihçilerin yıllardır oluşturdukları malzemeyi romana dönüştürmek.
 
* Bu romanın gerisinde nasıl bir çalışma var?
 
İki yıl okumalarla geçti. Kaynakça verdim kitabın arkasında, 150’ye yakın kitaptan yararlandım. Edirne, İstanbul ve Bursa’da araştırmalar yaptım. İstanbul’un fethini tasarladığı yer, Edirne’deki Cihannuma Kasrı ve şu anda bok götürüyor. Bir yandan Fatih diye çığlıklar atanlar; orası şarapçıların yatağı olmuş durumda, seslerini çıkarmıyorlar.
 
“Şimdi İttihat ve Terakki üzerine çalışıyorum”
 
* “İstanbul Hatırası” 565 sayfaydı, bu roman 511 sayfa. Ekonomik yazamıyor musunuz?
 
Bu meseleleri daha kısa anlatamam. İstanbul’u, Fatih’i anlatamam.... Bir de biraz bencilce bir nedeni var. 52 yaşındayım ve şahane bir hayat sürdüm. Şu anda yine hayattan çok zevk alıyorum ama ilkler bitiyor. O ilklerdeki gibi beni şaşırtan ve heyecan duymamı sağlayan tek şey öğrenmek. Gerek “İstanbul Hatırası”nda, gerek bu kitapta çok şey öğrendim. Biraz da onun için galiba uzun yazıyorum.
 
* Adeti bozmayalım, yine sorayım: Şu sıralar ne yazıyorsunuz?
 
İttihat ve Terakki üzerine çalışıyorum. Hem Osmanlı’nın tortusu, hem bugünün nüveleri orada var. Çok entrikalı, polisiye romana çok yakışacak bir dönem... (Miraç Zeynep Özkartal/ milliyet.com.tr)