Görmez Cuma hutbesini okudu, Davutoğlu dinledi

DİYANET İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun cuma namazını kıldığı Mardin Ulu Cami'de Cuma Hutbesi'ni okudu.

Görmez Cuma hutbesini okudu, Davutoğlu dinledi
05 Şubat 2016 Cuma 17:21 tarihinde eklendi, 1.126 kez okundu.
DİYANET İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun cuma namazını kıldığı Mardin Ulu Cami'de Cuma Hutbesi'ni okudu. Görmez, "Devlet elbette üstüne düşen bütün vazifeleri yerine getirecektir. Ama asıl önemli olan millet olarak bizim birbirimizin yaralarını sarmamız, bizim birbirimize yuva olmamız, birbirimize ev olmamız. Evini kaybedene ev olmak, yuvasını kaybedene yuva olmak, gözünden yaş akan kardeşimizin bizzat elimizle gözünü silmek kadar Allah katında değerli bir şey olamaz"
"Evini kaybedene ev olmak, yuvasını kaybedene yuva olmak, gözünden yaş akan kardeşimizin bizzat elimizle gözünü silmek kadar Allah katında değerli bir şey olamaz"
 
 
"TARİH ŞEHRİ, İLİM, HİKMET, MARİFET ŞEHRİ, MEDENİYET ŞEHRİ, MARDİN..."
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Mardin Ulu Cami'de okuduğu hutbede, Diyanet İşleri Başkanlığı olarak cuma günü itibariyle tüm camilerde 'Hemen Yaraları Sarma Vakti' kampanyasını başlattıklarını açıklayarak 90 bin camide 'Hemen yaralarımızı sarma zamanıdır' diye seslendiklerini söyledi. Görmez'in Mardin'de okuduğu Cuma Hutbesi şöyle:
 
"Cumanız mübarek olsun aziz kardeşlerim. Bugün tarih şehri, ilim, hikmet, marifet şehri, medeniyet şehri, bütün aleme vahdet içinde kesret, kesret içinde vahdeti öğreten Mardin'de nice ulemanın, nice sulehanın içinden geçtiği Ulu Camii'de bir Cuma saatinde, bir icabet vaktinde bizleri bir araya getiren Yüce Rabbimize sonsuz hamdüsenalar olsun. Kuran'ı yaşanan bir hayata dönüştüren, bize yol gösteren, bütün insanlığa hidayet rehberi olarak gönderilen bütün peygamberlere, hasseden Efendimiz Muhammed Mustafa'ya salat ve selam olsun. Resulü Ekrem'in vefatından 7 sene sonra Hudeybiye müsalahasında kendisiyle görüşerek İslam'la şerefyab olan İyaz bin Ganem Mardini, Mardin'in kapılarını İslam'a açan sahabeden, sahabeyi kiramdan, İzay bin Ganem'e selam olsun. Onunla birlikte Anadolu'nun bütün kapılarını din-i mübini İslam'a, İslam'ın rahmet mesajına, Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellemin o vahdeti ve tevhidi birleştiren mesajına açmak için Mardin'e gelen bütün sahabeyi kirama ve o günden bugüne kadar bu topraklarda yetişen bütün Alimlere, bütün Salihlere, bütün Velilere selam olsun.
 
"İSLAM, İNSANLIĞI ATEŞ DOLU ÇUKURLARIN KENARINDA YAŞAMAKTAN UZAKLAŞTIRMAK İÇİN GELMİŞTİR"
Aziz kardeşlerim Kur'ân-ı Azîmüşşanda huzurunu kaybetmiş, tevhitten uzaklaşmış, vahdeti terk etmiş, barıştan uzaklaşmış toplumlar için kullanılan bir ifade vardır. 'Hani siz ateş dolu bir çukurun kenarında yaşıyordunuz da Allah sizi kurtardı' buyuruyor. Huzuru, barışı, tevhidi, vahdeti kaybetmiş toplumların hayat tarzı için Rabbimizin kullandığı ifade 'ateş dolu çukurların kenarında yaşamak' Din-i mübini İslam bütün insanlığı aynı zamanda bu ateş dolu çukurların kenarında yaşamaktan uzaklaştırmak için gelmiştir. Hutbemin başında okuduğum ayeti kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor. 'Ey iman edenler, öncelikle her biriniz mesulsünüz. Her biriniz sorumlusunuz. Mümin birey olarak, her kimse sorumludur. Ama şunu biliniz. Eğer siz doğru yolda olursanız, siz istikamet üzere olursanız dalalette olanlar asla size zarar veremezler.' Aziz kardeşlerim Bu ayetin birinci cümlesi Resulü Ekrem'den hemen sonra bazı kimseler tarafından yanlış anlaşıldı. 'Herkes sadece kendisinden sorumludur' diye yorumlandı. 'Bana değmeyen yılan bin yaşasın' ifadesine mesnet gösterildi. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir radiyallahu anh bir hutbe irat ederek 'Siz Allah'ın bu ayetini yanlış anlıyorsunuz.
 
"SORUMLULUKLARINI YERİNE GETİRMEYENLER O AZAPTAN NASİBİNİ ALIR"
Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu ayet nazil olduktan sonra şöyle buyurdu. Her kim bir zalime, bir yıkıcıya yardımcı olursa, her kim insanlara zarar veren bir kimseye yardımcı olursa Allah azabı umum gönderir. Vazifesini, sorumluluklarını yerine getirmeyenler o azaptan nasibini alırlar. Aziz kardeşlerim Bizim kadim fıkıh kitaplarımızda şöyle bir örnek üzerinde durulur. Bir insan düşünün. Allah'ın huzurunda kendisinden geçmişçesine kıyama durmuş, gözlerinden yaş akarak namaz kılan bir insan düşünün. Yahut secdeye kapanmış, huşu içerisinde secdede Rabbiyle adeta mülaki olmuşçasına sübhane rabbiyel ala diyen bir abit düşünün. Rükûda belini bükmüş, Rabbinin huzurunda huşu içerisinde duran bir mümin düşünün. Ama aynı zamanda o müminin yanı başında bir başka insanın ateş dolu çukurlara gittiğini düşünün. Yahut gözü görmeyen bir amanın bir kuyuya doğru hareket ettiğini düşünün. Yahut bir çocuğun bir yavrunun emekleyerek ateşe doğru gittiğini düşünün. Eğer bu mümin namazını bozmaz, ateşe doğru giden, kuyuya doğru giden, çukura doğru giden o kardeşini, o insanı eğer bundan kurtarmazsa o mesul olur.
 
"CİZRE, BÜTÜN DÜNYAYA İLİM SAÇAN ALİMLERİN YATAĞI, ALİMLERİ YETİŞTİREN MERKEZ"
Bazı fakihlerimiz 'bu vazifesini yerine getirmeyip namaza devam ederse katil olur' ifadesini kullanırlar. Kardeşlerim Şimdi çevremize bakalım. Dünyamıza bakalım. Dünyamızda nice çocuklarımız, nice gençlerimiz ateş dolu çukurlara doğru gidiyorlar. Nice insanlarımız uçurumlara doğru hareket ediyorlar. Biz huşu içerisinde namazlarımıza devam edebilir miyiz? Yahut bir mümin olarak sorumluluklarımızı yerine getirmeden yerimizde durabilir miyiz? Günlerdir ilim merkezi nice şehirlerde, Cizre, bütün dünyaya ilim saçan alimlerin yatağı, alimleri yetiştiren merkez. Nusaybin, nice eserlerin varit olduğu mübarek bir şehir. Diyarbakır dediğimiz zaman, Sur dediğimiz zaman Halid Bin Velid gelir aklımıza, Hazreti Ömer gelir aklımıza, Selahaddin Eyyubiler gelir aklımıza. Bu mübarek mekanlarda, bu şehirlerde eli kalem tutacak nice çocuklar, nice gençler nasıl olurda kendi milletine, kendi annesine, kendi babasına, kendi vatanına çukurlar kazarak, oralara bombalar yerleştirerek o şehirleri tahrip edebilir? Bütün bunlarda her birimizin sorumluluğu yok mudur? Biz her birimiz mümin olarak üzerimize düşen vazifeleri yerine getirebildik mi? Aziz kardeşlerim Hep birlikte bunun üzerinde düşünmek zorundayız. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bugün bütün camilerimizde bir kampanya başlatmış bulunuyoruz. Bu kampanyanın manevi boyutu çok daha önemli, çok daha büyük. 
 
"HEP BİRLİKTE BİRBİRİMİZİN YARASINI SARMAK İÇİN SEFERBER OLMALIYIZ"
Bugün 90 bin camimizde 'şimdi yaralarımızı sarma zamanı' diye seslendik, sesleniyoruz. Milletimiz dünyanın bütün mazlumlarının yaralarını sarmaya koştu. Gazze'ye bombalar yağdı. Sizler yaralarını sarmaya gittiniz. Camilerini tamir etmek üzere bizzat ziyaret ettiğimde harabeye dönen mabetlerin üzerinde şu levhayı görmüştüm. 'İşgalciler harabeye çevirir, Türkiye gelir imar eder' bunu gördüğümde gözlerim yaşarmıştı. Afrika'da açlık ve kıtlık ortaya çıktı. Somali'yi ayağa kaldırmak için bu aziz millet seferber oldu. Afrika'nın en ücra köşesindeki kardeşlerinin yarasını sarmak için koştu. Arakan'da zulme uğrayan kardeşleri oldu onların yaralarını sardı. Haiti'de deprem oldu. İnanç farkı gözetmeksizin oradaki insanların yardımına koştu. Endonezya'da tsunami oldu. Pakistan'da sel felaketi oldu. Aziz milletimiz dünyadaki bütün mağdurların, mazlumların yarasını sarmaya gitti. Şimdi hep birlikte biz bir birimizin yarasını sarmak için seferber olmalıyız.
 
"ELİ KALEM TUTACAK ÇOCUKLAR NASIL OLUR DA KENDİ VATANINA ÇUKURLAR KAZAR"
Kardeşlerim Devlet elbette üstüne düşen bütün vazifeleri yerine getirecektir. Ama asıl önemli olan millet olarak bizim birbirimizin yaralarını sarmamız, bizim birbirimize yuva olmamız, birbirimize ev olmamız. Evini kaybedene ev olmak, yuvasını kaybedene yuva olmak, gözünden yaş akan kardeşimizin bizzat elimizle gözünü silmek kadar Allah katında değerli bir şey olamaz. Allah Resulü hutbemin başında okuduğum hadisi şerifte şöyle buyurmuştu. Bir insan, bir mümin kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımcısıdır. Mümin kardeşinin ihtiyacını giderdikçe, Allah da kulunun ihtiyacını giderir. Allah'ın rahmetinin yeniden üzerimize yağarak, kalplerimizi birleştirerek, bizi ateş dolu çukurların içerisinden çıkarmasını istiyorsak biz birbirimizin yaralarını sarmalıyız. Terörden mağdur olmuş, evini, yurdunu terk etmiş kardeşlerimize biz hanelerimizi açmalıyız. Biz yardımcı olmalıyız, biz onlara yuva olmalıyız, biz onlara ev olmalıyız. Geleceğimiz için, birliğimiz için, beraberliğimiz için, kardeşliğimiz için bu çok daha önemli. İstanbul'dan, Edirne'den, İzmir'den, Samsun'dan, Anadolu'nun her tarafından bütün kardeşlerimiz bu bölgelere akacaklardır ve kardeşlerinin yaralarını saracaklardır. Dünyanın bütün mazlumlarının yaralarını sarmak için seferber olan milletimiz, millet olarak her birimiz birbirimizin yarasını saracağız. Hutbemi Cenabı Hakk'ın Kuran-ı Kerim'den bir fermanıyla bitiyorum. Gelin iyilikte ve takvada birbirinize yardım ediniz, beraber ayağa kaldırınız. İyiliği beraber ayağa kaldırın, birbirinize yardım ediniz. Sakın kötülükte birbirinizle yardımlaşmayın. Kötülükte ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. İyilikte ve takvada yardımlaşın. Cenabı Hak iyilikte ve takvada yardımlaşanlardan eylesin. Birbirimizin yaralarını sararak rızasına kazananlardan eylesin. Tevhitle, vahdet arasındaki ilişkiyi yakalayarak beldelerimizi barış ve huzur içerisinde mamur eylemeyi, etmeyi bizlere nasip eylesin. Bu topraklarda inşa ettiğimiz barışı, huzuru, kardeşliği, emanı, selamı yanı başımızda kaybeden Iraklı, Suriyeli, Yemenli, Libyalı bütün kardeşlerimize taşımayı millet olarak bizlere nasip eylesin"

DHA