Haftanın filmleri

Bu hafta 2'si yerli 10 film vizyona giriyor. Bu haftanın en ilgi çekecek filmi ise San Andreas fayı adlı film

Haftanın filmleri
29 Mayıs 2015 Cuma 08:41 tarihinde eklendi.
“SENİNLE BİR ÖMÜR”
Filmin albenisi hayli fazla. Sinemada romantizm tutkunlarının favorilerinden “The Notebook”un yazarı Nicholas Sparks’ın yine çok satan bir romanının uyarlamasıyla karşı karşıyayız. Yönetmen koltuğunda ise, çektiği her filme tarzını yansıtmasını bilen siyahi sinemacı George Tillman Jr. oturuyor. Filmin yapımcıları ise çok sevdiğimiz “Aynı Yıldızın Altında”ya imza atan isimler. Başrollerde ise son dönemin çıkıştaki isimlerinden güzeller güzeli Britt Robertson ile Clint Eastwood’un oğlu Scott Eastwood var. Buraya kadar tamamsa hikayeye geçebiliriz: Genç rodeocu Luke ve gösterileri izlemeye gelen ressam adayı Sophia birbirlerine aşık olur. Ama her şey toz pembe değildir. Özellikle geçirdiği sakatlıklara rağmen Luke’un rodeoyu bırakmayışı sorunları büyütür. Genç çiftimiz bir gün yolda giderken bir trafik kazasına tanıklık eder. Ira adında bir adamdır yaralanan. Onun eşine duyduğu derin aşkı anlatan mektuplar geçer genç çiftin eline. Bu iki eski aşığın hikayesi, Luke ve Sophia’ya ilham verir. “Aşk bir ömür sürer mi” ya da “Her aşkın bir ömrü var mıdır” sorularına meraklıysanız bu film tam size göre. Romantizm tutkunları bu başarılı roman uyarlamasını kaçırmamalı.
 
“SAN ANDREAS FAYI” 
“Büyük deprem geldiğinde nerede olacaksınız ve kiminle?” Bu soru, deprem gerçeğini geç fark eden bizim gibi toplumlar için olduğu kadar gelişmiş teknolojiye sahip ülkelerde yaşayanlar için de aynı ölçüde geçerli. “San Andreas Fayı”, filme ismini veren ünlü fay hattının yaptıklarını anlatıyor. Şiddetli bir deprem tüm Kaliforniya’yı vurur. Ama bu sadece bir başlangıçtır. Arama-kurtarma görevlisi Ray, ilk depremden hemen sonra, aralarının pek de iyi olmadığı eşiyle birlikte Los Angeles’tan San Francisco’ya doğru yola çıkar, amacı kızlarını kurtarmaktır. “Yer yarılıp topraklar birbirinden ayrılırken o, ailesini birarada tutmaya çalışır” gibisinden abartılı bir cümlesi var filmin. Arada başka hikayeler de var. İç içe geçen öyküler aracılığıyla insanoğlunun doğanın yaptıkları karşısındaki çaresizliğine tanıklık ederiz. Brad Peyton’ın çektiği filmin başrolünde eski pankreas güreşçisi Dwayne Johnson ve Carla Gugino var. Sırtını görsel efektlerin gücüne dayayan bir film. 
 
“KAN KARDEŞ” 
Bu suç-dramasında, genelde iyi karakterleri canlandıran Ewan McGregor, hayranlarını şaşırtacak bir profil çiziyor. İskoç aktör, Avustralya’nın en azılı suçlularından Brendan Lynch rolünde. Hikayeyi ise 19 yaşındaki JR’ın gözünden izliyoruz. JR hapse düşer ve burada Lynch ile tanışır. Ondan etkilenir. Genç delikanlı hapisten çıktığında çok istemese de onun çetesine katılmak zorunda kalır. Sonrasındaysa, bu suç döngüsünden kurtulmanın yollarını arar. İşin ucunda büyük bir soygun ve çalınacak altınlar vardır. Julius Avery’nin ustalıkla kotardığı filmin diğer başrollerinde Brendan Kerkvliet ve Brenton Thwaites var. Zaman zaman tempo sorunu yaşayan filmi en çok, McGregor’u değişik bir rolde izlemek isteyenlere öneriyoruz.
 
“İYİ BİR YALAN” 
Sudan’da patlak veren iç savaştan kaçan üç genç, kendilerini bir şekilde, güvenli topraklar olarak gördükleri ABD’ye atmanın bir yolunu bulur. Ama ABD’de yabancı olmak o kadar kolay değildir. Neyse ki, iyiliksever Carrie imdatlarına yetişir. Oscar ödüllü Reese Witherspoon’un oynadığı Carrie, gençlerin hayata tutunmaları için elinden geleni yapar. Onun mücadelesi sırasında yaşanan komik olaylar, filmin genel dokusunu oluşturuyor. Biraz Sandra Bullock’un oynadığı “The Blind Side”dan izler taşıyor film. Biz çok beğenmesek de o film özellikle ülkesi ABD’de çok beğenilmiş, hatta Bullock’a tartışmalı bir Oscar kazandırmıştı. Phillippe Falardeau’nun yönettiği filmde Witherspoon’a tv dizisi “House Of Cards”tan tanıyacağınız Corey Stoll ile, çocukluklarında benzer bir macera yaşayan
Anrol Oceng, Emmanuel Jal ve Kouth Wiel eşlik ediyor. 
 
“PARAMPARÇA” 
Film biraz dağınık bir öykü anlatıyor. Üstelik bunu seyircinin birleştirmesini bekliyor. Alejandro G. Inarritu’nun “kesişen hayatlar” konsepti ile Terrence Malick’in kendine has “atmosfer yaratma” becerisini birleştirip bir şekilde kullanmayı deneyen bir film. Ama ne kadar başarabildiği soru işareti. Ivan adında, uzun yıllar önce annesi tarafından terk edildiği için “içinin parçalarını toplamaya çalışan” ve buzlu yollarda yolculuğa çıkan bir adamın öyküsünü izliyoruz. Sonra Jannia katılır bu maceraya. Sonraysa, oğlunu terk ettikten sonra kendini kanıtlamış bir sanatçıya dönüşen Nana’nın hikayesini izleriz. Dediğimiz gibi, kesişen, en azından birbirini etkileyen hayatların öyküsü bu. Ama festivallerin gediklisi kadın yönetmen Cladia Llosa’nın, giriştiği bu zor işte, yani Inarritu ile Malick sinemasını buluşturma noktasında pek de başarılı olduğunu söylemek güç. Filmin, Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülü için yarıştığını da ekleyelim. Beyazperdede, hikaye anlatımından çok anlara, atmosfere, duygulara hitap eden filmler izlemekten hoşlananlar için yine de hoş bir seçim olabilir. Başrollerde Oscar ödüllü Jennifer Connolly, genelde kötü adam rolleriyle bildiğimiz başarılı oyuncu Cillian Murphy ve Fransız güzel Melanie Laurent var. 
 
“ÖLÜM FISILTISI”
Haftanın tek korku denemesi olan “Ölüm Fısıltısı” türün gediklilerini ne kadar etkileyecek, tartışılır. Film arşivcisi olan David, karısının kendisini aldattığından şüphelenmektedir. Sıkıntılı bir dönemdedir. İş ortağı Claire garip bir video kaydıyla çıkagelir. David ve karısı Alice’in evinde, neredeyse 100 yıl önce acımasız bir katil yaşamıştır. Bu videoyu izleyince David’in üzerindeki stres artar. Evin içinde garip bir varlığı hissetmeye başlar. Derken bir gün karısını takip ettiği sırada onun bir kanalda gerçekten de iş arkadaşı Alex ile buluştuğunu ve kendisini aldattığını görür. Sonra Alice ortadan kaybolur. Polisin gözünde bir numaralı şüpheli David’dir. David kendini temize çıkartmaya çalışır. falan filan. Film böyle bir film. Ama yazar ve yönetmen Ivan Kavanagh’ın atmosfer yaratmada pek de başarılı olamadığı söyleniyor. Başrollerde Rupert Evans ismi öne çıkıyor. Ona eşlik eden isimlerse Antonia Campbell-Hughes ve Hannah Hoekstra. Korku türünü sevenlere çok da öneremiyoruz ama bu hafta bu konuda pek fazla yeni alternatif yok vizyonda.
 
“HAYALET DAYI” 
Bu filmde hayalet var ama film, komedi türünde. Aslında fikir güzel. Ozan ve Caner, uzun arayışlardan sonra güzel bir evi oldukça uygun fiyata kiralamayı başarır. Ama evde, yalnız olmadıklarını keşfetmeleri uzun sürmez. Konağın vefat eden eski sahibi “araf”ta kalmıştır. Sevdiği kadının helalliğini alamadığı sürece bir hayalet olarak kalmak zorundadır. Ozan ve Caner ilk şoku atlattıktan sonra türlü komikli şakalı sahne eşliğinde Hayalet Dayı’yı öte aleme göndermeye çalışır ama başarılı olamaz. Araf nedir, orada kalana nasıl yardım edilir, gibi sorular üzerinden mizah vaat eden film en çok da mizahın dozunu biraz fazla belaltına indirdiği anlarda puan kaybediyor. Yönetmenliğini Ali Yorgancıoğlu’nun yaptığı filmin başrolünde yani “hayalet dayı” rolünde usta oyuncu Settar Tanrıöğen var. Gençleri ise Ozan Özcan ve Caner Özyurtlu oynuyor. 

“PİŞT”
İşte böyle filmleri seviyoruz. Samimi, dürüst. Korku filmi çekmeye çalışırken istemeden de olsa komik bir film çekme riski her zaman vardır. Yapımcılar iyisi mi biz ikisini birlikte çekelim demişler. İyi de yapmışlar. “Hostel”dan tutun “Ring”e kadar bir çok korku klasiğini ti’ye alan filmde, bir grup gencin başına gelen olaylar anlatılıyor. Gençlerin erkek olan kısmı, misafir ettikleri kızları korkutmak isterken kendilerinin de korkmaya başlayacağı olaylarla yüzleşirler. Aniden ortaya çıkan kötü ruhlar, ruh çağırma seansında yaşanan gariplikler, uyurken musallat olan paranormal güçler, ne ararsanız var. Filmin yeterince korkutma yerine yeterince kahkaha vaat ettiği ortada ama bunun her seyirciye uygun olmayan bir mizah seviyesiyle yapıldığı konusunda baştan uyaralım. Can Sarcan’ın yazıp yönettiği filmde Oğuzhan Uğur, Doğa Konakoğlu, Mustafa Ak, Murat Serezli gibi isimler var.

“SAVAŞÇI” 
İlk başta Mel Gibson’ın çektiği “Apocalypto”yu andıran “Savaşçı” ya da orijinal adıyla “The Dead Lands”, o kadar gerçekçi ve etkileyici değil elbette. Uzun yıllar önce, Maorilerin dünyasını anlatıyor. Kabileler arasındaki anlaşma bozuluyor ve savaş başlıyor. Babası ve tüm kabilesi öldürülen genç bir savaşçı intikam yemini ediyor. Az konuşma, bol aksiyon var. Son derece etkileyici filmler olan “Apocalypto” ve yanısıra “Son Mohikan”a öykünse de karşımızda alabildiğine aksiyona dayalı bir yapım var. Bol dövüş sahnesi izlemek isteyenler, aradıklarını bu filmde bulabilirler. Ama daha fazlasını değil. Toa Fraser’ın kısıtlı bütçeye rağmen başarıyla çektiği ve çeşitli festivallerden ödüllerle dönen filmde önemli rolleri James Rolleston, Lawrence Makoare ve Te Kohe Tuhaka oynuyor.
 
“YAK: SEVİMLİ DEV” 
2012 tarihli Tayland yapımı bir animasyon bugün vizyona giriyorsa burnunuza kötü kokular gelebilir, haklısınız. Dağıtıcılar, bu haftayı animasyonsuz geçmeyelim diye arşivden bulup çıkarmışlar adeta. Filmin konusu ilginç aslında. Büyük bir savaş sonrası çorak bir arazide dolaşan Na Kiev, hafızasını kaybetmiş durumdaki Jao Phuek ile karşılaşır. Birlikte tüm robotların yaratıcısını bulmak için yola çıkarlar. Ama metal temizleyicilerle dolu çölü geçmek zorundadırlar. Bu ilginç animasyonu sadece animasyon için yanıp tutuşan çocuk sahiplerine önerebiliriz