"Memelerime dokunmaları hoşuma gitmiyor"

Ayşe Arman, Yalan Dünya'da konuk oyuncu olarak rol alan Pamela Anderson'u yatağa attı ve bakın neler sordu?

Memelerime dokunmaları hoşuma gitmiyor
11 Mart 2012 Pazar 13:42 tarihinde eklendi, 2.569 kez okundu.

 

Tanıdığınız Pamela’yı öldürdüm 44’ümde yenisini doğuruyorum

Bizim şöyle bir önyargımız var…

Pamela Anderson, Paris Hilton ve benzeri dişiliklerinin altı çok çizili kadınlar, aptaldır. Gelirler, en salak halleriyle iki-üç şey söyler, baygın baygın bakar, öpücük yollar, çapkınca bir göz kırpar sonra da ülkelerine dönerler.

Ben vallahi aptal filan olduklarını hiç düşünmüyorum.

Asıl böyle düşününler aptal!

Onlar bize, daha doğrusu erkek egemen topluma istediklerini veriyorlar, iki gülücük, bir öpücük, bir bacak gösterme, bel bükme, iki gülümseme…

Sonda da paraları alıp gidiyorlar.

Yani öyle, paspastaki kedi gibi, acınacak, korunacak, kollanacak halleri yok.

Zekalarının da küçümsenecek hali…

Bu bir yöntem, siz beğenin, beğenmeyin, onlar böyle kazanıyor, sonra da normal hayatlarına dönüyorlar. Normal hayatlarını öyle vamp yaşamadıkları da kesin…

Pamela Anderson’u hepimiz ’Sahil Güvenlik’ (Baywatch) dizisinde sallanan memelerinden hatırlıyoruz. Borat’ın filminden hatırlayanlar da vardır. İnternete düşmüş ilk gerçek sevişme de onunkiydi, bu olaydan hatırlayanlar da olabilir: Sevgilisi böyle aşağılık bir numara çekmişti. Kadın dayak da yedi, her şey oldu, başına gelmeyen kalmadı... 

Bugün 44 yaşında.

Benim anladığım şu: Malibu’da evi var ve biliyorsunuz bu ev döşeme, yaptırma, süsleme püsleme, orasını burasını değiştirme işi bitmez. Para gerekir. İşte para gerektikçe çalışıyor; Patos’un cips reklamında oynuyor mesela, ’Yalan Dünya’da görünüyor, Acun için bir şeyler yapıyor:

Tek bir röportaj veriyor, tabii ki bize, sonra vınnnnn…

Les Ottoman’da kalıyordu.

Orada yaptım röportajı.

Küçük bir kadın. Beli de incecik. Bir de kemerle sıkmış ki iyice anlaşılsın. Gerçekten tatlı, mütevazı, star havaları basmıyor. Röportajı okuyunca siz de fark edeceksiniz. Fotoğrafları da Zeynel Abidin çekti, az vakit verdiler ama Zeynel her zamanki yeteneğini döktürdü.

Dünya çapında ünlüsünüz. Nasıl bu kadar mütevazı olabiliyorsunuz?

- Ben bir anneyim. Mütevazı olmayan bir anne gördünüz mü hiç? Anne oldunuz mu, sahip olduğunuz diğer sıfatların çok da önemi kalmıyor. Ta içinizde biliyorsunuz ki, her şeyden önce çocuklarınız geliyor. Her şeye hazırlıklı oluyorsunuz, epeyce de dayak yemiş oluyorsunuz! İki oğlum var benim…

Havaalanındakiler şaşırmış da sizin bu kadar tatlı ve ürkek olmanıza?

- Hayal kırıklığına mı uğramışlar?

Yok hayır, ünlü isimler genelde Türkiye’ye kaprisleriyle geliyorlar.

- Artık 44 yaşındayım ve üzerimde hiçbir şeyin baskısını hissetmiyorum. Ne şöhretin ne paranın ne de başarının. Tabii o zaman, gerilmiyorsunuz, etrafınızdakileri de germiyorsunuz. Hayatımın bu döneminde, eğlenebileceğim işler yapıyorum, sadece istediğim şeyleri. 20’li yaşlardayken o baskının alasını hissediyorsun, “Başarmalıyım, para kazanmalıyım, güzel olmalıyım, ünlü olmalıyım…”  Bu dönemi atlattığım için de çok memnunum. Neyin ne olduğunu bilmediğin, kafanın karışık olduğu, kendi iç sesini bile duyamadığın bir dönem o. Ne mutlu ki bitti!

Beğendiniz mi Türkiye’yi?

- Çooook. Ama daha önce gelmiştim zaten Bodrum’a. Ahmet Ertegün’ün davetlisi olarak. Tekneyle açılmıştık, olağanüstüydü. Bodrum’un doğası, misafirperverlikler, insanların sıcaklığı ve o lezzetli yemekler... O zamandan beri tekrar gelmek istiyordum ama bir türlü fırsat olmamıştı. Los Angeles’ta Türkiye’ye gelip İstanbul’a hayran olan çok arkadaşım var. Cool bir şehir İstanbul, kozmopolit. Ama pahalı galiba burada yaşamak. Bana New York’u hatırlattı.

Bildiğiniz Türkçe sözcükler var mı?

- Var var. Uçakta gelirken, çalıştım biraz, hostesten rica ettim. “Teşekkürler” demeyi beceremedim ama “Sağol” demeyi öğrendim. Bir de “Seni seviyorum” diyebiliyorum. 

Kanadalı olmak nasıl bir şey? Belirleyici özelliği ne?

- Kibar ve nazik olmak. Kaba insanlar değiliz…

Amerikalılar neden Kanadalılarla dalga geçer?

- Aman bırak Amerikalıları! Sınıra yakın yerlerde yaşayanlar yarı Kanadalı yarı Amerikalı gibi oluyorlar, belki onlarla dalga geçiliyordur. Ama söylüyorum Kanadalılar genel olarak duyarlı, kibar ve nazikler. Hiç unutmuyorum, Amerika’ya ilk geldiğim zamanki erkek arkadaşım, “Teşekkür ederim ve lütfen demekten vazgeç insanlara! Yoksa yemin ederim ilişkimizi bitirim!” demişti.

Niye?

- Çünkü ultra-naziktim. Hoşuna gitmiyordu. Cool’luğu bozuyordu! Ama tabii bu söylediklerim bütün Amerikalılar için geçerli değil. Los Angeles’ta yaşayanlar ayrı bir vaka.

BABAM ŞÖMİNE TAMİRCİSİ ANNEM GARSONDU 

Nasıl bir ailede büyüdünüz?

- Benden küçük bir kardeşim var. Annemle babam, tuhaf ama hala delice aşık birbirine. 45 yıl oldu. Biz büyürken inişli çıkışlı bir ilişkileri vardı, bir sürü büyük kavga hatırlıyorum ama sevgiyi de hep hissederdiniz. Şimdi duruldular ve romantikler. Babam şiirler yazıyor anneme.

Ne iş yapıyorlar?

- Artık emekliler. Annem garsondu, babam da şömine bakımı ve temizliği yapardı.

Dalga mı geçiyorsunuz?

- Yok canım. Annem pancake (gözleme) dükkanında çalıştı uzun yıllar. Para kazanınca yaptığım ilk şey, onlara ev almak oldu, fatura da ödetmedim. 60’larındalar, mutlu-mesut yaşıyorlar.

Hala aynı yerde mi?

- Tabii tabii, büyüdüğümüz yerde aldığım ev. Kendime de aldım. Ben de gidip kalıyorum. Oralarda, onlarla vakit geçirmeyi çok seviyorum.

Ünlü olmak sizin hedefiniz miydi, yoksa kendiliğinden mi oldu?

- Ünlü olmak çok derdim değildi ama yaşadığım o küçük kasabadan kurtulmak istiyordum. Ya da şöyle diyeyim: Dünyaya görmek istiyordum. Ne yapmak istediğimi, ne olmak istediği bile bilmiyordum. Sadece gitmek, görmek, keşfetmek... Zaten ne olduğunu bile anlayamadan Playboy, Los Angeles’a gelmemi istedi. Bir kapak çekimi için. Gidiş o gidiş, kaldım…

O zamana kadar ne yapıyordunuz?

- Lisedeydim. Bir gym’de çalışıyordum. Ben büyürken, o küçücük kasabada kimse üniversiteye filan gitmiyordu. Bizler liseyi bitirir, bir iş bulurduk, şanslıysak çok çalışmamızı gerektirmeyen ve iyi para kazandıran bir iş… Benim ufkum bu kadardı. Bu Los Angeles teklifi gelince, bizim küçük kasabadaki herkes, kabul etmenin çılgınlık olduğunu düşündü.

Ama bir dakika… Sizi keşfeden Playboy mu yoksa bir futbol maçı esnasında kameranın sizi seçmesi ve ekranlarda göstermesi mi?

- Evet, bir de o hikaye var. Ama aslına bakarsanız hepsi aynı anda oldu. Arkadaşlarımla futbol maçına gitmiştim. Kamera birden beni seçti ve o dev ekranlarda göstermeye başladı…

Neden sizi seçti? O zaman da memeleriniz dikkat çekici miydi?

- Yok canım. Bilmiyorum niye. Arkadaşlarım, “Bak bak seni çekiyorlar!” dedi. Beni ayağa kaldırdılar. Ben de gülmeye, selam vermeye ve herkese el sallamaya filan başladım. Dar bir tişört vardı üzerimde ve bir bira markasının adı yazıyordu. Demek ki sempatik görünmüşüm. O bira markası onların yüzü olmamı istedi, bir reklam çekiminde yer alıp almayacağımı sordu. Ardından çalıştığım gym, “Bizim de yüzümüz ol!” dedi. Bunlar tabii bizim o küçük kasaba için büyük şeyler. Sonra da Los Angeles…

AKLINIZA NE DELİLİK GELİRSE HEPSİNİ YAPTIM

Ve orada kaldınız... 


- Evet. Bir sürü de belaya bulaştım. Ama dünya güzeli iki oğlum oldu. Aradan bu kadar sene geçti. Şimdilerde normal bir hayat yaşar oldum. Artık deliliklerim, vahşiliklerim geçti.

Kaç yıl sürdü bu delilikler, vahşilikler?

- Geçen haftaya kadar devam etti! Ama artık 44’üm ve durulacağım. Los Angeles’ta geçirdiğim 19-20 yıl gerçekten deliydi. Aklınıza ne gelirse yaptım.

Peki Los Angeles’ta hayat birden bire mi değişti?

- Evet. Bütün o çekimler filan, eğlenceli geliyordu bana, çok da ciddiye almıyordum. Gülüyordum. Ve günden güne ünlendim. Bu da komik geliyordu. İnsanların şöhret ve güç karşısında, ne kadar değiştiğini gördüm ama ben değişmedim.

Değişmemeyi nasıl başardınız?

- Annem sayesinde. O hep kendim gibi kalmamı sağladı. Bir de tabii anne olmak. Dünyada insanı bundan iyi terbiye eden bir şey yok. Hep bir ayağımın yere sağlam basmasını sağladı.

Tamamen normal bir anne misiniz yoksa Pamela Anderson mı?

- Komik bir şey söyleyeyim mi? Çocukları ilk defa bir sörf kampına götürdüğümde daha çok küçüklerdi, 4-5 yaşlarında. Ben de sahilde uzaktan onları izliyorum. Bir de baktım koşarak yanıma geldiler ve şöyle dediler: “Ya anne, Pamela Anderson diye biri gelmiş, plajda herkes ondan söz ediyor. Kim o, sen tanıyor musun!” Tabii ki sorunlar yaşadım. Ama bizi esas olarak arkadaşlarına şöyle anlatıyorlar: “Babam bir rock yıldızı, annem de hayvansever, hayvanları kurtarıyor…”

Peki ya Playboy’daki fotoğrafları gördüklerinde…

- Yapacak bir şey yok. O zamanlar gençtim ve yapmak istedim. “İleride çocuklarım olacak, büyüdüklerinde görüp bunalıma girecekler, aman adımlarını doğru atayım” diye düşünmedim. Evet, onlara açıklamam gereken şeyler oldu. Şu anda 14 ve 15’ler. Artık normal geliyor. Ama 10’lu yaşların başında, arkadaşlarının suçlamalarına, alaylarına konu oldular. Hoşlarına gitmedi. Önce benimle çatıştılar ama şimdi kabul ettiler. Benimle bu konuda kavga etmiyorlar. Ben de farklı bir anneyim. Beni tanıyanlar bilir, iyi bir anneyim. Bu da aşmak zorunda olduğum bir köprüydü. Aştım sanıyorum. Hayat acayip, her şeyin bedelini ödetiyor size. Gün geliyor, karşına geçip, “Sen bizi hiç düşünmedin mi? Bunu bunu niye yaptın?” diye soruyorlar.

Peki o zaman sorayım: Playboy’a çıplak fotoğraflar çektirmek nasıl bir şey? Utandığınız bir şey mi, övündüğünüz bir şey mi?

- Ben her zaman çok utangaçtım. İnanamayacağın kadar. Ve nefret ettim bu kadar utangaç, ürkek olmaktan. Playboy’a çektiğimiz fotoğrafların sonuçlarını görünce, kendime güvenim geldi…

Aileniz hiç itiraz etmedi mi?

- Yoo. Annem dedi ki, “Bana da böyle bir teklif gelse yapardım. Bir sürü insan yapar, yapamamalarının tek nedeni korku. Başkaları ne der korkusu. Boşver sen insanları, canın istiyorsa, yap. Kimseyi takma! Torunlarına kapak olduğun Playboy’ları göstermek eğlenceli olacaktır” Annem de ilginçtir, dünya umurunda değildir. Kimseye kulak asmaz.

Motivasyonunuzun yüzde kaçı paraydı?

- Para önemliydi tabii. O zaman için büyük para. Önceleri sadece kapak çekimleri, çıplaklık yok. Sonra bakıyorsun ki herkes çıplak fotoğraf çektirmiş, sen de alışıyorsun o fikre. Üstelik estetik duruyor. Çocuklarım büyüyünceye kadar o fotoğraflardan hiç pişmanlık duymadım…

Her kadın çıplak fotoğraf çektirmek ister mi?

- Bilmem. Ben biraz teşhirciyim. Benim gibilerse, içlerinde bu teşhircilik varsa, tabii ki isterler. Ayrıca, toplumun, “Yapmamalısın, yapamazsın!” dediği bir şeyi yapıyor olmanın verdiği bir zevk de var. Kafa tutuyorsun. “Senin kuralların bana vız gelir! Beden benim, istediğimi yaparım!” diyorsun. Bir de tabii insan bedeni güzel, estetik. Hoş bir pozda, sanat eseri bir tablo gibi görünebiliyor. Ayrıca bir de şu var: O çıplak fotoğraflarla, ben kendi utangaçlığımı, korkumu, çekingenliğimi de yenmek istedim. Dünyanın en kötü şeyi, insanın kendini güvensiz hissetmesi. Ama bunları çektirirken, bu kadar kadınsı ve dişi durunca, birden kendine güvenin geliyor, “Korkma!” diyorsun, “Bak, böyle bir gücün var!” Benim için öyle oldu.

Hep arzu nesnesi olmak, arzu edilen kadın olmak sizde ne tür duygular uyandırıyor?

- Ben böyle hissetmiyorum ki, arzu nesnesi gibiymişim de gelmiyor…

DÜZENLİ BİR İLİŞKİ VE AŞK İSTİYORUM

Ama sizin markanızda akla ilk gelen şey bu. Erkeklerin size bakıp fantezi kurması, sizi arzulaması…


- Böyle hiç böyle düşünmedim. Daha doğrusu, kendinize dışarıdan bakmak kolay değil. Bence bütün kadınlar, güzel ve seksi görünmek istiyor. Sevilmek istiyor. Arzulanmak istiyor. Bazıları bunu dile getiriyor, bazıları getirmiyor. Bazıları altını çiziyor, bazıları çizmiyor. Bazıları, “Sadece bir kişinin arzu nesnesi olayım” diyor, bazıları için de birden fazlası fark etmiyor. İçinden çıkması kolay meseleler değil. Ama önemli olan bunlar değil, aşk.

Nasıl yani?

- Çoğu zaman yalnız hissediyorum kendimi. Çünkü aşık olmak, düzenli bir ilişkinin içinde olmak istiyorum. Uzun süreli ilişki yaşayan arkadaşlarıma da çok özeniyorum. Bu benim beceremediğim bir şey. Kim takar arzu nesnesi olmayı? Ben bir tek insanla birlikte olmak isterdim. Şu anda spesifik bir erkekten söz etmiyorum, illa çocuklarımın babasıyla birlikte olabilseydim demiyorum ama keşke biriyle uzun sürekli bir beraberliğim olabilseydi.

En uzun ilişkiniz ne kadar sürdü?

- Üç-beş yıl. Bitiyor hep!

BAZEN KONTROL ETMEK MAKSADIYLA MEMELERİME DOKUNUYORLAR HİÇ HOŞUMA GİTMİYOR

Her an güzel olmak için bu kadar çaba harcamak, para harcamak zor değil mi?


- Öyle de, bu sadece benim sorunum değil ki. Bütün bekar kadınların, bekar annelerin derdi. Herkes ulaşabileceği en iyi noktaya ulaşabilmek için çabalıyor.  Ama tabii bunun da bir sınırı var, takıntı haline getirmemek gerek. Ben mesela hep genç kalmak filan istemiyorum. Resmen yaşlanmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Güzel bir şey. Bu kültür bize hep genç olmayı, genç kalmayı pompalıyor. Ama yanlış, al işte ben, yaşlandıkça kendimi rahatlamış hissediyorum, biraz olsun güvende hissediyorum.

Ama siz botoks, dolgu filan yaptırıyorsunuz…

- Hayır, yaptırmıyorum.

Neden?

- Ne demek neden? Sağlıklı olmadığı için. Doğal olmadığı için. O botoks yaptıran herkesin bir gün yüzünün düşeceğine inanıyorum. Ben dolgu da yaptırmıyorum.

Ne yani? Hiçbir şey yok mu yüzünüzde?

- Hiçbir şey yok. Alnımdaki ve göz kenarındaki çizgilerimle buradayım… Bütün 44’ündekilere ne oluyorsa bana da o oluyor. Kendimle yaptığım anlaşma şöyle: Sağlıklı beslenip, çok spor yapacağım. Alkol de kullanmıyorum. Kendimi ikinci hayatıma hazırlıyorum.

Seks, sizin markanızın, isteseniz de istemeseniz de, altını çizdiği bir tema. Siz ne kadar ilgilisiniz seksle? Ne kadar gerçeği yansıtıyor?

- Seks çok çok önemli. Aşk ilişkisinin vazgeçilmez bir parçası. Ama bende ne yazık ki hep şöyle oldu: Biriyle çok iyi arkadaş oldum, bir başkasına hayran oldum, biri entelektüel ve yetenekliydi, biri de çok iyi sevişiyordu. Ama ben bunların hepsini hiçbir zaman aynı adamda bulamadım. Benim sorunum da bu! Hepsi aynı pakette hiç gelmedi! Ama umutluyum, bundan sonra inşallah!

Söylediğinize inanıyor musunuz, gerçekten de hayatınızın en iyi dönemlerinden birinde misiniz?

- Kesinlikle! Şu anda bütün kadınlık gücüme, yeniden kavuşmuş durumdayım. 20’lerde ve 30’larda, oradan oraya sürüklenen biriydim. Şimdi hayatım benim kendi ellerimde. Çocuklarım da büyüdü. Onlarla daha rahat iletişim kurabiliyorum. Gençsen bir sürü endişen, korkun oluyor, kendine istediğin gibi bir hayat inşa edebilecek misin, edemeyecek misin diye… O yüzden bir sürü hata da yapabiliyorsun ama şimdi farklı…

Ya aklıma bir soru geldi, sormazsam öleceğim…

- Sor.

Botoks yok tamam, dolgu yok tamam, ya memelerdeki silikon…

- Çoook uzun süre önceydi. Bir de yanlış anlaşılmasın estetiğe karşı değilim ama yüzüme bir şey yapmak istemiyorum. İfadesiz yaratıklara dönüyorlar, şaşkın şakın bakıyorlar, bundan kaçıyorum….

Biz sizi en çok ’Sahil Güvenlik’ (Baywatch) dizisiyle tanıdık…

- Bu iyi bir şey…

Evet, en çok da memelerinizi unutamadık! Denizden kıyıya doğru koşarken sallanan memeleriniz 90’ların sembolü oldu. Herkesin direkt memelerinize bakması hoşunuza mı gidiyor?

- Hayır, rahatsız oluyor. Bazen kontrol etmek amacıyla, memelerime dokunuyorlar, bu da hoşuma gitmiyor. Ciddiye almıyor gibi durmaya çalışıyorum, dalga geçiyorum…

Striptiz yapmak kolay bir şey mi? Her kadın yapabilir mi?

- Ben striptiz direğinde dans etmeyi biliyorum sadece. Onu da çok kötü yapıyorum. Hızlı yaptığım için düşüp bir yerlerimi sakatlıyorum. Seksiden çok komik oluyorum.

Çok para kazandınız mı?

- Evet. Kazandım. Pek çok insana da yardım ettim. Malubi’de şahane bir evim var. Neredeyse bütün paramı oraya yatırdım, ev döşemekten, aksesuar almaktan, evi süslemekten çok zevk alıyorum. Bir yengeç burcuyum, evcimenim.

 "Botoks ya da dolgu yaptırmıyorum. Botoks yaptıran herkesin bir gün yüzünün düşeceğine inanıyorum. Alnımdaki ve göz kenarındaki çizgilerimle buradayım"

YAŞADIĞIM ŞİDDETİN TRAVMASINI ATLATAMADIM

Hiç şiddet yaşadınız mı?

- Evet. Fena ama yaşadım. Böyle kötü şeyler de gelebiliyor kadınların başıma…

Nasıl üstesinden geldiniz?

- Gelebildim mi gelemedim mi, bilmiyorum. Sadece atlattım sanıyorsun ama sonra bir bakıyorsun o travma bir yerden patlak vermiş.

KÜRK GİYMEKTENSE ÇIPLAK GEZERİM 

İlgi alanlarınız arasında, bir de hayvan hakları var…


- Evet var. Üstelik, oynadığım o ’Sahil Güvenlik’ dizisinden, birlikte olduğum adamlardan, onlarla yaşadıklarımdan, memelerimden daha önemli. Benle ne zaman insanlar röportaj yapsa, hakkımda yazdıklarına itiraz etmedim ama ısrarla her defasında hayvan haklarında da söz ederim. Bütün bu söyleşileri verirken diyorum ki, “Siz bana memelerimle ilgili sorular sorun, cevaplarım ama hayvan hakları hakkında söylediklerimi de yazacaksınız…”

Kürk protestosu için ilk soyunanlardan birisiniz. Hatta “Kürk giymektense hiçbir şey giymem” demişsiniz…

- Evet, dedim, kampanyanın sloganı buydu.

Bu hayvan duyarlılığı sizde ne zaman başladı?

- Çok küçükken. Babam aynı zamanda avcıydı. Bazen eve avladığı geyiklerle gelirdi, üzüntüden kahrolurdum. Zaten sonunda gözyaşlarımdan bıktığı için avcılıktan vazgeçti. Aynı zamanda vejetaryenim.

Hayvan hakları koruyuculuğunuzu sürdürecek misiniz?

- Her zaman.

’Yalan Dünya’da oynarken eğlendiniz mi?

- Çooook. O karakter kimdi bilmiyorum ama gerçekten komik. Bakışları filan acayip. Öptüm onu…

Yaşadıklarınızla ilgili herhangi bir pişmanlığınız var mı?

- Tabii. Tek tek saymayayım ama bir sürü şeyi daha iyi yapabilirdim. Hayatımın ikinci yarısında daha cesur olmak istiyorum, birinci Pamela’yı öldürdüm, şimdi içimden ikinci Pamela’yı doğuruyorum!


Ayşe ARMAN / HÜRRİYET