"Milli takımın kötü gidişi beni etkiledi"

Galatasaray Liv Hospital'ın en tecrübeli isimlerinden biri olan Sinan Güler, yeni formasını giymeye başladığı takımında performans olarak istenilen düzeyde olmadığını söyledi.

Milli takımın kötü gidişi beni etkiledi
03 Aralık 2013 Salı 20:27 tarihinde eklendi.


Sarı-kırmızılı kulübün resmi yayın organı Galatasaray dergisinden Eren Loğoğlu'nun sorularını cevaplayan Sinan Güler, dededen Galatasaraylı olduğunu söylüyor. Galatasaray'ın Kopenhag'da UEFA Kupası'nı kazandığı dönem sıkı bir futbol takipçisi ve taraftarı olmuş.

Basketbola İTÜ'de başlayan, DNA'sında var olduğuna inandığı basketbol tutkusunu Amerika'da Salt Lake ve Carroll'da kolejinde okurken geliştirmiş. Orada odaklandığı savunma sanatını da geliştirmiş. Türkiye'ye döndüğünde formasını giymeye başladığı Anadolu Efes ile özdeşleşti.

2010 Dünya Şampiyonası'nda Sinan Erdem'in her metrekaresine kenardan getirdiği enerjisiyle dokunan ve artık gönlünde yatan aslanın, şampiyon takımın bir parçası olduğunu söyleyen Sinan Güler'in röportajının ayrıntısı şöyle:

İki ay geride kaldı. Kendi performansını nasıl değerlendiriyorsun? Milli Takım’daki gibi topu getiren oyun kurucu ve kısa rotasyonunda görev aldın.

Dürüst olayım istediğim seviyede değilim performans olarak, sahada göstermem yapmam, gereken şeyler olarak. Ama bunun da ben birebir sebebinin sezon hazırlıklarından sonra milli takımın kötü gidişatının beni etkilemesi olduğunu düşünüyorum. Tabii orada rolüm farklıydı; belirli şeyleri farklı şekilde yapmam gerekiyordu. Ama orada işler istediğimiz gibi olsaydı ve ben onun motivasyonu ve morali ile sezona başlamış olsaydım inanmıyorum ki böyle kişisel olarak bir düşüş yaşayayım.

Açıkçası kendimi ve yapabileceklerimi bildiğimden dolayı her zaman o ekstra şeyi yapmaya ve hareket etmeye devam ettim. Yavaş yavaş istediğim performansı göstermeye başlıyorum ama kesinlikle benim karakterimde bir oyuncunun sahada kalabilmesi için, takıma yeterli katkıyı verebilmesi için çok daha istikrarlı oynaması gerekiyor. Umarım bunu oturturum.

Sondan başlayalım. Siena maçı üçüncü periyot, içeri penetre ve 10 sayılık bir imza. Bu sekanslar artacak mı?

En büyük kuvvetim hücum açısından penetre gücüm. Kendi skorumu üretme ve başkalarına pozisyon yaratma açısından en güvenli hissettiğim yanım. Özellikle Siena maçı özelinde bakarsak pozisyon olarak o kadar potansiyelimizi gösterebileceğimiz şeyler vardı ki maç içerisinde. Ne yazık ki değerlendiremediğimiz dış atışlar oldu. Benim o özelliğim ön plana çıktı ve o savunmanın belirli zaaflarını, pick&roll savunmasının belirli zaaflarını da iyi değerlendirerek beklediğimden de fazla boş kaldım turnikelerde.

Gene işte ufak bir video yapmışlar o kısa bölümlerle alakalı. Kendimi bir anda 2010 Dünya Şampiyonası’nda Slovenya ve Fransa maçlarıyla bağdaştırdım. Her penetremde bir anda tek başıma turnike atıyor gibi hissettim, kimse kalmıyordu etrafımda. Savunmada bir direnç gösteriyorduk zaten, sonrasında takım olarak oynadığımız basketbol ve elbette Pops’un bütün maç oynadığı basketbol bize o galibiyeti getirdi. Bu tür performanslar her zaman lazım. Sahada 40 dakika en iyi savunmayı yapabilmek, 40 dakika en iyi hücumu yapabilmek kolay değil sadece o istikrarı sağlamak lazım.

Maç bitimi Hackett’in sana bakışı?

Yok görmedim. Son topta Ender savunuyordu onu. Hackett’la maç içerisinde normal sohbet ettim, maç içerisinde didişerek konuşma olayını sevmem. Mesela bir tane şutu var benim üzerimden soktuğu, ayağım kaymıştı reklam çıkartmasından dolayı. Bir tane benim, sonra da Malik’in üstünden sokuyor. O pozisyonda “Şanslısın, ayağım kaydı yoksa yetişiyordum” dedim, ondan sonra öyle bir şey olmadı. Hackett’la da son 2-3 senedir İtalya Milli Takımı’nda da sürekli karşılıklı oynuyoruz. Oynadığı takımlarda karşılıklı yer aldıkça bir samimiyet de kuruluyor.

Skor attığın zaman daha çok göz önünde oluyorsun. Siena bunun en yeni örneği önümüzde. Aslında savunmacı olarak anılıyorsun.

Takımın birinci skor opsiyonu olmadığımı biliyorum. Ben daha çok yapbozun (puzzle) boşluklarını doldurmak isteyen bir oyuncu karakterindeyim. Sahada ne olursa olsun o enerjiyi katacak, savunma direncini arttıracak, takımı o şekilde motive edecek biri olmayı her zaman tercih ettim. Bariz ortada olan bir şey bu da. Rahatsızlık duyduğum da bir şey değil. Gün gelecek ben 12 sayı atacağım, gün gelecek sayım olmayacak ama aynı zamanda tutuğum oyuncu da skor üretmeyecek 30 dakika sahada kaldığım bir gün.

Algıda hem fikir misin?

Rakibin guardına baskı yaptığınızda 24 saniye iyi kullanılamıyor, set kurulamıyor ama skor attığınız kadar övgü almıyor bu mücadele.

Mücadelen sahada gözüküyorsa taraftar bunun hakkını veriyor. İstatistiğe yansımaması çok problem gösteren bir şey değil. Özellikle Ergin Ağabey ekseninde bir parantez açacak olursak; Ergin Ağabey benim bu karakterimi en iyi kullanmış olan antrenörlerden biri, diğeri de Tanjevic zaten. Benim o istatistik kağıdına düşmeyen, yapbozun parçalarını birleştiren özelliklerimi hep ortaya çıkarmamı sağladı. Bir gün o istatistik kağıdından dökülür, bir gün de dökülmez ama gene de 30 dakika sahada kalmışımdır bunun da bir sebebi vardır. Bence basketbol o yapboz tam gözüktüğünde daha keyifli oluyor. Ben bireysel yönden olmasa bile geri kalan sahadakilerden biri bir şeyi tam olarak yapıyorsa zaten, o zaman kazanan takıma sahip olmuşuz demektir.

Gordon Manu Jawai Dudley sakatlıklar yaşadı. Ender Cenk Furkan Ender sakat sakat oynadı. Sen sağlığını nasıl koruyorsun?

Darbeye bağlılarda hiçbir şey yapamıyorsun. Şu an 30 yaşındayım. Benim iki bileğim de problemli, yaklaşık 3-4 senedir de bunun üzerine çeşitli ciddi tedaviler uyguluyoruz. Henüz ameliyat olma gereği duymadım ama milli takım süreci olsun, eski takımım olsun, sürekli kontrol altında tuttuğum bir şey. Çünkü gençliğimden beri bileğimdeki burkulmalar sonrasında atletikliğin, gençliğin yangınlığı ile beraber hep böyle eksik kaldı.

Tedaviyi tam tamamlamadan sahaya çıktım. Bandajlı bir şekilde vs. ondan sonra da kronik bir hale geldi. Çok önemli bir şeyim yok, sahaya çıkıp oynayabiliyorum. Zorlandığımda ağrılar oluyor ama onun da azalması için vaktimi dinlenerek geçiriyorum, kendime dikkat etmeye çalışıyorum. Bileğime binen yükün azalması için bacaklarımın, belimin kuvvetli olması için çalışmalar yapıyorum. Bence yaşanan çoğu şey şanssızlığın bir parçası.

Arroyo için ne söylersin. Takım lideri. Geçen sezonki performansını daha bulamadı ama Konya bir başlangıç olabilir.

Arroyo’nun bireysel olarak öyle bir tepki göstereceğini biliyordum ben, kötü performans sergilediği maçtan sonra. Konya maçının bize normal oynadığımız maçlardan biraz daha kolay olmasının sebebi Arroyo’ydu, savunmayı etkileyebilmiş olmasıydı. Sezon başı transfer dedikodularında Spanoulis’ten bahsediliyordu. Spanoulis olursa Carlos da kalırsa Avrupa’da benim tutmam gereken kişi sayısı bir kişi daha az olacak demiştim. Yani Carlos gerçekten Türkiye’de oynadığı iki senedir benin tuttuğum zamanlarda sinirimi bozacak yeteneklere sahipti. Bunu ara sıra idmanda da gösteriyor. Maçta da birbirimizi pozitif motive edecek şekilde iyi antrenman verdiğimizi söyleyebilirim.

Ben biliyorum ki takımda iki tane savunma yönü ön plana çıkan oyuncu var; Göksenin ve ben. Ben hem formayı kapabilmek için hem de rakibimin burada Carlos sahaya çıktığında rakibe karşı en iyi performansını gösterebilmesi için ona idmanı zor hale getirmem gerekiyor. Açıkçası bu da aramızda keyifli bir ortam yarattı. Karakter olarak ve saha dışı ile tecrübeleri ile, bize NBA’deki tecrübelerini yaşadıklarını paylaşması çok hoş bir şey. Bence takım lideri olarak da gayet iyi bir noktada.

Koçun Telekom maçı son iki molada ayağa kalkmaması ve Banvit maçı beş oyuncuyu birden değiştirmesi sende nasıl bir etki bıraktı?

Şu anda takıma baktığımızda Ergin Ağabey ile en uzun süre oynamış oyunculardan biriyim. Oynadığım her sene içerisinde de böyle kararları oluyor. Sonuç olarak takım istediği performansı vermediği sürece molada oturduğu da oldu. Beş oyuncu değiştirdiği zamanlar da oldu. Ben en azından Ergin Ağabey’i tanıdığımdan dolayı alışığım. Bu kadar dıştan tepki görmesine çok anlam veremiyorum açıkçası. Aynı zamanda bence özellikle 5 oyuncu değiştirme olayı tamamen motivasyonu ve biraz rüzgarı değiştirme amaçlı.

Banvit maçında 10 sayı geriye düştüğümüz bir ortamda tabii ki rüzgarı değiştirmek için, tepki vermek için onu yaptı. Her antrenörün kendi motivasyon ve psikoloji yönetme yöntemleri vardır. Sonuç olarak kariyeri ortada olan biri. Benim onu eleştirme gibi bir şeyim olamaz. Ben orada sahaya giren oyuncu olarak daha iyi şeyler yapmaya zorladı. Benim de şanssız bir günümdü attığım hiçbir şut girmedi ama biz farkındayız neler yapmamız gerektiğini. Benchden gelen bir oyuncu olarak neler yapmam gerektiğini biliyorum.

Malik-Bonsu geldi takıma. Pops'un ruhani bir yanı da var. Bunu da yansıtıyor parkeye. Pops duygusal bir oyuncu. O enerjiyi veren de bir oyuncu. O enerji konusunda da birbirimize benziyoruz. Saha içerisinde o da herkesin yaptığı şeylerden farklı bir şeyler yapmak istiyor. Son maç 16 sayı 16 ribaund yaptı. Pops’u daha Türkiye’ye gelmeden önce takip edip biliyordum.

Ayrıca İngiltere Milli Takımı’nda oynarken karşılıklı da mücadele ettik. Hem oyuncu olarak hem karakter olarak da Jawai sonrası o pozisyona gelebilecek en iyi oyunculardan birisiydi bence ve artık aramızda. Sistemi bildiğinden rahat uyum sağladı. Carlos’u biliyor. Eski takım arkadaşları var burada zaten. Washington’dan geldiği için fiziksel olarak da hazırdı. Malik de önemli bir transfer. Dış oyuncu açısından o görüşü veriyor bize, savunmada da fiziği ve atletikliği ile çok şey katacaktır. Onun tek dezavantajı bu sezon resmi maç oynamamış olması. Hem tecrübesi hem yapabilecekleri hem takıma alışma süresi bakımından bence takıma katkıları olacaktır.

Euroleague’de bir tabir vardır; Asıl sertlik TOP 16'dan sonra başlar diye. Takım mental olarak bu savaşın içine girmeye hazır mı? Ne kadar gidebiliriz?

Mental ve fiziksel olarak çok hazır olmalıyız. Ligde de görüyoruz 48 saat geçmeden maçlar oynamak zorunda kalıyoruz. THY Eurolig’de Top 16’ya kaldın mı Aralık-Nisan arası 14 maç yapacaksın derken çok yoğun bir tempo oluyor. Beko Basketbol Ligi’ni de unutmamak gerekir. Artık kaybetme lüksümüz de yok. Galatasaray’ın geçen seneki kazanma alışkanlığını tekrar hatırlamamız gerekiyor. Ne olursa olsun biz kazacanağız algısını rakiplere kabul ettirmemiz gerekiyor yeniden. Muhteşem bir taraftar desteği ile bunu THY Eurolig’in özellikle ikinci safhası başladıktan sonra daha da net göstermeliyiz. Evimizde kaybetmememiz lazım. 7 galibiyet şart. Orada ilk 4’e kalabilmek için dışarıdan alınacak 3-4 galibiyet bir anda playofflara kalmanı sağlayacak.

O anlamda fiziksel ve mental olarak hazırsan her şeye rağmen her gün üstüne koyarak oynuyorsan Son 8’e ait olduğunu, bir Final Four takımı olduğunu kanıtlıyorsun. Bence bu yüzden zaten değişmiş THY Eurolig sistemi, güzel rekabetçi bir süreç yaratıyor. O maratonu yaratıyor. Bence kurulan takım bu potansiyele sahip. O amaçla kuruldu tabii sakatlıklar var ama ben Top 16’ya şimdiden kaldığımızı düşünüyorum. İhtiyacımız olan üstüne koyarak orada Top 16’da neler yapacağımız görmek.

Aliağa-Telekom yenilgileri büyük şoktu bizim için. Geçen sezon 27-3 bitmişti lig. Ne öngörüyorsun sonrasına dair?

Daha önce dediğim gibi ligde o biz ne olursak olsun kazanacağız hissiyatını rakiplere hissettirmek çok önemli. Konya takımı çok tehlikeli bir takım mesela çünkü belirli zaafları var ama ne olduğunu anlamadan maç farklı bir yere gelebilir. O yüzden biz oynadığımız her rakibe sen eski şampiyonla oynuyorsun, istediğin kadar 1 hafta beklemiş, hazırlanmış ol, istediğin kadar motive ol, biz bu maçı kazanacağız algısını yaratmalıyız.

Galatasaraylısın. Taraftarı olduğun takımda oynamanın duygusal yönden ruhuna katkısı ne?
Açıkçası hem takımın hem de benim performansımın Siena maçına kadar iyi olmaması ile beraber taraftara ve camiaya mahcup durumda idim. Nasıl bir kulübe geldiğimi biliyorum. Beklentilerin farkındayım ve şimdilik karşılık veremediğimi düşünüyorum. Umuyorum ki Siena ile beraber şeytanın bacağını kırdım, bundan sonra da üstüne koyarak performansı artırırım.

Bir top için yere atlarken, can alıp can verirken ek bir kuvvet verir mi ayaklarına taraftar? Onlarla iletişin nasıl, sayı attıktan sonra gözlerinin içine bakar mısın?

Siena maçında oyuna girdiğim sırada kısır bir maç gidiyordu ve enerji arayan bir taraftar vardı. Sonra o enerji ile birlikte, öyle oldu mu da bambaşka bir enerji ile oynuyor insan. İşte ben normalde tribünle iletişim kurmakta tam ortasında biriyim. Çok fazla seyirciye müdahil olmamak gerektiğini düşünüp ama o enerji ve taraftarla beraber kontrol dışı işler de olabiliyor. Taraftarı olduğum bir takımın formasını giydiğim için çok gururluyum. Bunun arkasını o formanın hakkını biraz daha vererek doldurmak zorundayım.

Sosyal medyayı etkin kullanan sporculardan birisin. Nasıl geri dönüşler alıyorsun? Rahatsız edici oluyor mu?

Sonuçta 300 bin kişi takip ediyor Twitter mecrasında. Bunların yarısı aktif kullanıcı olsa bile onlara sesimi duyurabiliyorum. Bunların bir kısmı seviyor, bir kısmı sevmiyor. Hakaret olmadığı sürece eleştirileri saygı ile okuyorum. Arada komik ve saçma yorumlar da oluyor. Gülüp geçiyorum, çok takılmıyorum.

Basketbolcu, kariyer yapmış biri olarak insanların paylaşımlarımı merak eden bir kitle var. Bunu önemsiyorum her zaman. Önemli bir araç olduğunu düşünüyorum. Yararını da gördüm. Bunun da en büyük örneği Twitter’ın Türkiye’de etkinliği yokken ve benim de 6000 takipçi varken ben söyledim diye Türkiye-Yunanistan maçına kırmızı tişört giyip geldi insanlar. Bu etkiyi yaratabiliyorsunuz. Sosyal medyayı bu açıdan doğru kullandığımı düşünüyorum. İnsanlar tepkilerini belirtirler. Bir sporcu olarak bunlardan etkilenmem gerek, etkilenmiyorum da. Ama düzgün ve aktarım şekli doğru yorumları dikkate alıyorum.

VAN-İSTANBUL, ONE TEAM-GÜLER LEGACY

Van-İstanbul, One Team-Güler Lagacy organizasyonuyla ilgili ne düşünüyorsun?

Üç senedir Güler Legacy olarak 50 çocuğun doğudan İstanbul’a gelmesini sağlayarak basketbol kampları yapıyoruz. Orada çocuklarla çok farklı, çok eğlenceli bir iletişim kurduğumu söyleyebilirim. Bunda en önemli etki basketbolun evrensel bir dil ve araç oluşu. Basketbol oynamak için sadece top ve potaya ihtiyaç var. İstanbul ile Hakkari’den, Diyarbakır’dan, Van’dan gelen çocuğun yetenek ve fiziksel farklılığı olmasına rağmen çocuk aynı enerjiyi koyup bir şeyler öğrenmeye çabalıyorsa o basketbolun birleştirici gücünü nasıl köprü görevini ortaya çıkıyor ve iş daha keyifli hale geliyor. O iletişimi kurmayı çok seviyorum. Çünkü ben çocukluğumda basketbol oynarken ağabeylerimle, Harun, Levent ağabeylerle ve o tarz oyuncularla kurduğum ilişkinin heyecanına benzetiyorum.

Her ne kadar sporun içinden gelmiş ve efsanevi bir oyun kurucunun oğlu olsam da, heyecanımı her zaman hatırlıyorum. Bunları yaşamış biri olarak çocuklarla konuştuğumda az çok neler hissettiklerini anlayabiliyorum. Ve zoraki bir konuşma ortamı olsun da istemedim. Biliyorum ki çocukların benden duymak istedikleri şeyler var. Takımla anlaştığım dönem içerisinde Murat ağabey (Özyer) bana geldi ve 'One Team organizasyonunda Van ile ilgili bir şeyler yapacağız, elçimiz olarak da seni seçmek istiyoruz' dedi. Ben hiç düşünmeden 'Tamam' dedim. Konuştuğumuzda da çok keyifli bir sohbetti çocuklarla. Skype bağlantısında görüntü biraz karanlıktı ama çocuklar sorularını aktardılar. Biraz şikayet ettiler, niye Van’dan öğrenci getirmiyorsun diye ama iki sene önce getirmiştim kampım için.

Bu sene de büyük ihtimalle oradan da tekrar çocuklar gelecek inşallah. Bence önemli olan basketbolun bana verdiği tecrübeleri kullanarak çocuklara yardımcı olmak. Onlara fırsatlar nasıl gelirse gelsin, kendi yollarını çizerken neler yapabileceklerini göstermek. ABD’ye gittiğimde ve döndüğümde kariyerimi yaratırken şanslıydım. Herkes şanslı olacak diye bir durum yok ama aynı zamanda herkes de kendi şansını yaratır. Bunun için doğru adımları atabilmek önemli, bunu bir şekilde anlatmaya çabalıyorum.


CİHAN