O soruya yanıt veremedi

Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu, Söz Sende'de Balçiçek İlter'in sorularını yanıtladı.

O soruya yanıt veremedi
26 Mart 2013 Salı 09:51 tarihinde eklendi.

 

Geçmişi hakkında bilinmeyenleri anlatan ve ortaya atılan iddiaları yanıtlayan Uslu, “Nerelisiniz?” sorusuna cevap veremeyeceğini söyleyerek nedenini de şöyle açıkladı: “Bu soru benim için kritik bir soru. Ailemin güvenliğini tehdit eden bazı durumlar söz konusu. Ancak Doğu'dan bir yerden olduğumu söyleyebilirim”
 
İşte Emre Uslu'nun o açıklamaları... . 
 
“KOYU BİR MİLLİYETÇİYDİM”
 
Niye polis olmayı seçtiniz?
 
Tamamen şansızlık. Ben Ankara Üniversitesi Dil Tarih Edebiyat'ta okuyordum ve edebiyat profesörü olmak istiyordum. Tamamen ekonomik koşullar gereği Polis Akademisi'nin sınavlarına girdim. Zaten Polis Akademisi'nin son iki senesinde de bir yolunu bulup kendimi üniversiteye atma hesapları yapıyordum. Mezun olduktan sonra da ilk işim iletişim alanında bir master yapmak oldu.
 
Polislik devam ediyor muydu bu sırada?
 
Ediyordu. Hem polis olarak çalışıyordum hem de boş zamanlarımda master derslerine devam ediyordum. O dönem tam Susurluk'un patladığı dönemdi. Biz de o zaman bir formasyanla mezun olduk üniversiteden. Koyu-katı milliyetçi bir formasyon. İngiltere'den gelen hocalarımız hariç bir tane bile liberal hocamız yoktu.
 
Ne kadar katı bir milliyetçilikten bahsediyoruz?
 
Türkiye'nin dünyanın en önemli ülkesi olduğunu düşünürdüm. Tipik bir milliyetçide hangi tür hastalıklar varsa bende de vardı. Mesela PKK'nın Ermeni uşağı olduğuna inanırdım. Aşağıdaki çocukların kandırılmış olduğuna, yukarıdakilerin de dış güçlerin maşası olduğuna inanırdık. Daha sonra bu konuda akademik çalışma yapınca bunun faydasını da fark ettim. Türkler böyle inandığı için Kürt komşularıyla bir çatışmaya girmediler, bir iç savaş çıkmadı. Bu yalana özellikle Türk milliyetçileri o kadar inandı ki Kürtler ve PKK'yı ayırdılar ve Kürtleri asla öteki görmediler. Çünkü Kürtler bizden, kandırılmış, masum insanlardı. 
 
“TERÖR DAİRESİ'NDE AHMET KAYA DİNLİYORDUK” 
 
Bu sırada Susurluk olayı oldu... 
 
O zamanlar ben Terör Dairesi'nde çalışıyordum. Aynı zamanda da Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ne gidiyordum. Duvarlarda sarı, kırmızı, yeşil kartonlar asılıydı. İlk düşündüğüm şey şuydu: Bizim terörist diye uğraştığımız adamlar, fikirlerini üniversitede çok açık bir şekilde duvarlara asmışlar. Ankara İletişim'de bu çocuklarla tanıştım.
 
Polis olduğunuz için sizden korkmadılar mı?
 
Çok korktular, müthiş bir önyargıları vardı. Ben onlara “Bakın ben gizli polis olsam siz bunu asla öğrenemezdiniz. Ben polisim ama buraya sizin gibi master yapmaya geldim, sadece öğrenciyim” dedim. Çoğu polis bunu gizlemek ister ama ben özellikle bu yafta üzerime kalmasın diye söylüyordum. Tek amacım master yapmak diyordum. Sonra o arkadaşlarımı Terör Dairesi'ne de götürdüm. Bu arkadaşlar solcu oldukları için korkuyorlardı. Bizim dairede Ahmet Kaya dinlenildiğini görünce rahatladılar.
 
Terör dairesinde Ahmet Kaya mı dinleniyordu?
 
Evet, dinlenilirdi. Polis akademisinde biz öğrenciyken de dinlenilirdi. Ahmet Kaya, evsizlerin şarkıcısıydı. Evi olmayan ne kadar yurt çocuğu varsa onların duygularına hitap ediyordu.
 
Dinlemeyenler, tepki gösterenler de vardır mutlaka... 
 
Vardı elbette. Ancak benim milliyetçilikteki ilk kırılmam İletişim Fakültesi'nde olmuştur. Bizim terörist diye tanımladığımız bu çocukların gariban olduğunu, çok insani hikayeleri olduğunu farkettim.
 
“TEHLİKELİ BULUP, ÇEVİK KUVVETE VERDİLER”
 
Terörle Mücadele'de çalışırken hiç doğuda görev yaptınız mı?
 
Hayır, yapmadım. Doğuda sadece 2009 yılında emniyetten istifa etmeden hemen önce çalıştım. Bingöl'de, Çevik Kuvvet'te, 5-6 ay kadar bir dönemdi.
 
Nasıl bir tecrübeydi?
 
Çok komik bir tecrübeydi. 2009 yılında ben Taraf'ta yazıyordum, emniyetten ayrılmayı kafama koymuştum. Doktoramı bitirmiştim, akademik hayata geçmek istiyordum. Kimseden korkum, çekincem yoktum. New York'ta terörle mücadele üzerine dersler almıştım. Terörün hem teorik hem pratik yönlerini A'sından Z'sine biliyordum. Ancak Bingöl terör merkezi olmasına rağmen Emniyet Müdürü beni terörle mücadele yerine Çevik Kuvvet'e verdi.
 
Neden?
 
Beni fikirlerim açısından tehlikeli görüyordu. Sistemi eleştiriyordum. Kontrol edilemez olduğumu düşünüyorlardı. Hem gözümüzün önünde olsun hem de fazla işlere karışmasın gibi düşündüler. Bingöl'le çalışmamla ilgili de bir dolu komplo teorisi ortaya attılar ancak tek yaptığım amatör küme maçlarında birbirlerine saldıran adamları ayırmaktı.
 
Bu kadar eğitimden sonra bu görevi yaparken ne düşündünüz? 
 
Yapılan kuşkusuz bir ötekileştirmeydi. “Artık sen teşkilata ait değilsin” demek gibi. Bu ötekileştirme sadece bana yönelik de değildi. Emniyette okuyan yazan çizen kesime karşı tepki olarak bu yapılıyordu. Şimdilerde düzelmiştir muhtemelen.
 
“BEN BU ÜLKENİN 'KARA TÜRK' ÜYÜM”
 
Polisliği hiç mi sevmediniz peki?
 
Polisliği sevmedim ama polisleri çok sevdim. Çünkü ülkenin en gariban adamları polisler.
Ülkenin güvenliğinden sorumlu, ülkenin sahibi gibi görünür ama kendilerinin sahibi yoktur. Hiçbir emniyet müdürü polislerin haklarını savunmaz. Bu iktidar zamanına kadar; polislerin askerlik sorununu çözecek bir iktidar bile gelmedi. Çünkü askerlerden çekinirlerdi. Bu kadar da sahipsizlerdir. Ben bu ülkede sahipsiz olan herkesi severim. 
 
Neden?
 
Çünkü ben bu ülkenin 'Kara Türk'üyüm. Orta-alt sınıf bir aileden geliyorum. Babam ilkokul mezunu, annem okuma yazma bilmez. Ama ben gurur duyarak söylerim bunu. Benim kahramanım da babamdır. Bana okumam için her türlü desteği verdi sağolsun.
 
İşi nedir?
 
Babam çiftçi. Dolayısıyla ben 'alt'tan geldim ve 'alt'taki insanların üsttekilere karşı ve özellikle de devlete karşı duruşlarını her zaman desteklerim. Ama bunun tek şartı var: şiddete karşı olmak... Karakolda bir anım var; Jandarma karakolunda. O zaman üniversite öğrencisiydim, askerlik meselesi için bir jandarma karakoluna gitmiştim. Gariban bir amca, kasketini önüne almış, karakolda bekliyor. Oğlu yaşında bir asker, adamcağıza, 'Neden düzgün durmuyorsun?' diyor. Adama bir oturtup çay içirmek varken, böyle yapıyor. Ben de özellikle gidip oturdum ve ayak ayak üstüne attım ki bana bir şey söylesin. Ama o komutan ya da o asker, gariban amcaya söylediklerinin hiçbirisini bana söylemedi. Çünkü benim arkamda bir şey olduğunu düşünüyordu. O adamı gariban gördükleri için onun üstüne yüklendiler. Bana da beyefendi muamelesi yaptılar. Ben o gün bugündür; bu 'Ye kürküm ye' mantığına karşıyım. Polislerin çoğu gariban bu ülkede, askerlerin de çoğu gariban bu ülkede. 
 
“GARİBANLARIN AŞAMADIKLARI DUVAR, DEVLET DUVARI”
 
Peki ne oldu da siz, "Ben gariban olmayacağım bu ülkede." diye karar verdiniz?
 
Bu anlattığım bir kırılma anıydı. Ondan sonraki süreç de karakolda başladı. Ben komiserdim. Bir kızcağız geldi. Babası içerideymiş. Gecenin 12'sinde alkollü büfe işletiyor. 12'den sonra büfenin açık olması yasak. Açık olduğu için polisler işlem yapmışlar. Adamı getirdiler karakola. "Abi, ben yeğenlerime bakıyorum. Yeğenim 10 yaşında bir kız. Babası TİKKO'dan içeride. Ben bunu satmazsam bu çocuklara bakamam." dedi. Ben de işlem yapmadım, git dedim. O günün sabahı 10 yaşında bir kız elinde bir poşet armutla gelmiş karakola. O zamana kadar ben bu TİKKOcuların terörist olduğunu düşünürdüm. Ben gariban adamın ne olduğunu anladım ve bunlara karşı çıkacağım, dedim. 1 hafta sonra düğünde havaya silah atan bir adamı getirdiler. Adam bana o dönem iktidarda olan bir partinin ilçe başkanı olduğunu söyledi. "İlçe başkanısın diye silah atma hakkın mı var?" dedim. Ruhsatsız silah diye işlem yaptım. Aynı gecekondu mahallesinden çıkan iki farklı profilin, hangisinin yanında olmam gerektiğine o gün karar verdim. O gün bugündür de bir tek şartım var; şiddete bulaşmamış olmak üzere bütün garibanların bu ülkede sorunsuz yaşamasının tarafındayım.
 
İnanıyor musunuz bunun olabileceğine?
 
Solcu ve sosyalist değilim. Ama bunun şöyle olacağına inanıyorum; bu devleti küçültmek gerekiyor. Sosyal adalet ve eşitlikten söz etmiyorum ben. Sistemin içerisinde fırsat verilirse bütün garibanlar bir şekilde yolunu buluyorlar. Aşamadıkları bir duvar var; o da devlet duvarı. 
Kosta Rikalı doğal yaşam fotoğrafçısı Antonio Ruiz nehir kenarında bir timsahın fotoğrafını çekmek isterken neredeyse timsaha yem oluyordu.