Kürt Mandela’sı ve Erdoğan
Yumurtaya can veren Allah neden bütün peygamberlerini ve mucizelerini Ortadoğu’ya göndermiş gittikçe daha iyi anlaşılıyor.
Ortadoğu, “Allah’ın kelamına”, elçilerine ve mucizelerine en fazla muhtaç bölge çünkü.
Hikmet-i Hüda, bu bölgenin insanları “büyük” bir işaret olmadan kendi sorunlarını kendi aralarında çözmekte çok zorlanıyorlar.
Peygamberler dönemi kapansa da “mucizeler” hep devam ediyor.
Türkiye, Kürt sorununun en büyük ve en kanlı kırılma noktalarından birinden son anda bir “mucizeyle” geri döndü.
Mucizenin yolunu belli ki aklın pusulasını takip eden “hükümet” açtı, bu nedenle hep birlikte onlara şükranlarımızı sunmalıyız ama mucizeyi Abdullah Öcalan gerçekleştirdi.
Eğer bu grevler bitmese ve bir ölüme yol açsaydı, bunun yaratacağı sonuçları hiç kimse engelleyemezdi.
Bu son olay herkese birçok gerçeği birarada gösterdi.
Bu gerçekler, özellikle fazlasıyla milliyetçileşmiş Türklerin hoşuna gitmeyebilir ama bunları görmezden gelmek ya da bunları reddetmek daha beter gerçeklerle karşılaşma ihtimalini karşımıza çıkarır.
Birinci gerçek, Öcalan’ın Kürt meselesinde en önemli merci ve isim olduğu.
Bugün Kürt meselesinin çözümünde ne Türk siyasetçileri, ne Kürt siyasetçileri, ne de Kandil’deki PKK yöneticileri Öcalan’ın gücüne sahipler.
Öcalansız savaş olabiliyor ama Öcalansız barış olamıyor.
Bunu Öcalan herkese bir kez daha gösterdi.
Şunu da kabul etmek gerekir ki Öcalan siyaset sahnesinde “star” kumaşına sahip bir lider.
Öcalan’ı bir siyasi star yapan özelliği, gerektiğinde “susabilme” ve gözden kaybolmaktan korkmama yeteneğine sahip olması.
Ortalıktan çekilebiliyor ama o ortada yokken bile “varlığı” hissediliyor.
Bunu bugün bu ülkede Öcalan’dan başka yapabilen kimse yok.
Herkesin “görünür” olabilmek için kendini parçaladığı, Türk ve Kürt liderlerin hiç durmadan konuştuğu bir ortamda, Öcalan “sustuğunda” da ağırlığını sürdürebiliyor.
Üstelik Öcalan olabilecek en olanaksız koşullarda yapıyor siyasetini, on iki yıldır hapiste, onsuz da “savaşabildiğini” kanıtlamak isteyen PKK yöneticileri var, onu “silmek ve unutturmak” isteyen Türk siyasetçileri var, onu korkutmaya çalışan bir devlet var ve o sonunda herkesin kapısında toplandığı ve “çare” beklediği lider olma özelliğini sürdürüyor.
Bizimkine benzer “iç savaşların” yaşandığı ülkelerde barışı sağlayan lider daima tarihe geçti ve neredeyse her zaman bu “lider” isyan edenlerin arasından çıktı.
Güney Afrika’da Mandela, İrlanda’da Gerry Adams tarihe adlarını yazdırdılar.
Öcalan’ın kader çizgisi Mandela’nın kader çizgisine gittikçe daha çok benziyor.
Mandela da çok kanlı eylemlerin emirlerini vermişti, Mandela da uzun yıllar hapiste yatmıştı, Mandela da barış sürecini hapisten yönetmişti.
Artık Öcalan’ı aşağılamaya, kendi halkı önünde küçük düşürmeye uğraşmaya, ona sürekli hakaret etmeye Türk tarafı bir son verse iyi olacak.
Belli ki bir barış olacaksa onun altında Öcalan’ın imzası bulunacak.
Ve, eninde sonunda, aynı Mandela’nın macerasında olduğu gibi Öcalan ev hapsine çıkacak.
Bir insandan hem barışı bekleyip hem de onu bir hücrenin içinde tutamazsınız çünkü.
Barışı ondan bekliyorsanız, gereken saygıyı ve özeni de kendisine göstermeniz gerekir.
Bugün Türk tarafında Öcalan’ın özelliklerine sahip bir siyasi muadili yok, çünkü o, aynı zamanda “silahlı bir mücadeleyi” başlatan bir halk kahramanı taraftarlarının gözünde.
Ona en yakın ağırlığa sahip olan Türk lider Başbakan Erdoğan.
Erdoğan’ın da Türk tarafında bu ağırlığa sahip bir rakibi yok.
Tarih, Erdoğan’ın önünde “büyük bir lider” olma kapısını sürekli açıyor, o, hatalarıyla o kapıyı kapatmaya uğraşıyor, tarih ona yeniden bir şans veriyor.
Şimdi “büyük liderliğin” kapısı Erdoğan’ın önünde iki kere açılmış durumda.
Hem Kürt meselesinde hem de Ortadoğu sorununda çok büyük bir rol oynayabilir.
Öcalan’a gereken saygıyı göstererek müzakere yolunu açarsa, ki açacak gibi gözüküyor , bu sorunu çözen lider olarak tarihe geçecek.
Ortadoğu’da ise, İsrail’in en önemli ve en saygıdeğer gazetelerinden Haaretz’in söylediği gibi İsrail-Arap anlaşmazlığında “arabuluculuk” yapabilecek belki de tek isim.
Netanyahu’nun bütün hoyratlığına rağmen İsrail Türkiye’nin dostluğuna muhtaç.
Türkiye ve Erdoğan, son zamanlardaki “mezhepçi” dış politikadan yeniden “akılcı” bir dış politikaya dönerse, Ortadoğu’da herkesin beklediği “mucizeyi” de gerçekleştirecek bir konuma sahip olur.
Kürt barışının da, Ortadoğu barışının da “anahtarları” bu ülkede.
Erdoğan’ın demokrasiye dönmesi, kendisi için en büyük siyasi başarıyı ve istediği parlak geleceği demokrasinin sağlayacağına inanması, hem ülkede hem bölgede büyük bir dönüşümü başlatır.
Burası mucizeler diyarı.
Tarih Erdoğan’dan beklentilerinden vazgeçmiyorsa biz de vazgeçmiyoruz.
Rabbim, Erdoğan’a “demokrasi” desin diye bekliyoruz.
Ahmet ALTAN / TARAF