Züppelik
Şimdi istiridye zamanıdır.
Paris’te lokantaların önündeki tezgâhlara istiridyeleri dizmişlerdir, kalın eldivenler giymiş bir balıkçı istiridyeleri özel bıçağıyla açıp isteyenlere ayaküstü orada satar.
Üstüne limonu sıkar, tuzlu deniz suyuyla birlikte dilinin üstüne kaydırır, çiğnemeden yutarsın.
Lokantaya girersen eğer özel istiridye mönüsü verirler, boylarına ve geldikleri sahillere göre numaralanmışlardır, onlardan sevdiğini, alışkın olduğunu seçersin.
Ben istiridye çok severim.
Soğuk beyaz şarapla birlikte.
Sonra genellikle coquilles st. jacques ısmarlarım kendime, tereyağında yaparlar.
Fransız mutfağının çok yerleşik bir yemeğidir ama doğrusu ben en iyisini New York’ta yemiştim.
Taze baget ekmeğini suyuna batırmaya ayrıca bayılırım.
Elbette “escargot”, nasıl diyorsunuz siz Türkçede, “salyangoz”, sarımsaklı yeşil sosuyla lezzeti müthiştir.
Ben çocukken sofralarda ıstakoz da olurdu, epeydir ıstakoz çıkmıyor galiba, pek rastlamıyorum bizim buralarda.
İnanmayacaksınız ama en unutulmazını Nairobi’de iki İngiliz kadının işlettiği, kolonyal stili bir binadaki lokantalarında yemiştim.
Ama eğer “et” derseniz, bakın onun en muhteşemini Amsterdam’da bir Şili lokantasında tatmıştım, yanında haşlanmış mısırla getiriyorlardı.
Gecenin geç bir vakti iyi bir yemek konusunda çok umutsuz girmiştim o lokantaya ama yediğim Latin Amerika’nın otlaklarında yetişmiş sığır bonfilesinin o kadar güzeline bir daha rastlamadım.
Tabii Paris’teki “Antrcote” lokantasını da söylemeliyim.
Orada ne istediğinizi sormazlar, uzun bir kuyrukta bekledikten sonra içeri girip bir masa bulma şansına eriştiğinizde, sadece “eti nasıl istediğinizi” sorarlar, sonra etinizi, kızarmış patatesi, yeşil salatayı getirirler, sadece o lokantada bulabileceğiniz özel soslarını dökerler etin üstüne.
Bir garson elinde koca bir kâseyle dolaşarak sosu bitenin yemeğine sos ilave eder.
Mantarı açıldıktan sonra bir süre bekletilip oda sıcaklığına getirilmiş kırmızı şarabın eşliğinde müthiştir.
İyi yemeği severim ben.
Yemekten sonra genellikle üstüne kremşanti dökülmüş frambuaz tercih ederim.
Tabii yemeğin sonunda espresso ve konyak ya da armangac.
İçkiden ziyade yemeğin lezzetinden hafif çakırkeyif çıkarsın sokağa.
Evine gittiğinde, oranj ışıklı abajurların yumuşak ışığında güzel bir müzik koyarsın.
İnsanın en sevdiği parça dönem dönem değişir.
Ama arada bazı hiç değişmeyenler vardır.
Benim için ruhuma her zaman en uygun olan, beni her zaman en fazla etkileyen, dinlemekten hiç bıkmayacağım parça kesinlikle Telemann’ın Triste’idir.
Bu yazının bir anlamı var mı?
Hayır, hiçbir anlamı yok.
Saçma sapan bir yazı bu.
Belki bir tek anlamı var bu manasız girizgâhın, o da yeryüzünde milyonlarca, milyarlarca insanın asla bilmediği, milyarlarca değilse de milyonlarca insanın ise “gündelik” bulduğu farklı yaşam tarzları olduğunu söylemek.
Yeryüzünün bir kısmı hayatını kavga dövüşün içinde heder ederken bir başka kısmı da bu hayatın tadını çıkartıyor.
Güzel yemekler yiyorlar, iyi içkiler içiyorlar, müzikler dinliyorlar.
Âşık oluyorlar.
Sevişiyorlar.
Sinemalara gidiyorlar, kitaplar okuyorlar.
Savaşanların çok büyük bir kısmı böyle bir hayat olduğunu, üstelik de bunun birçok insan için “sıradan” bir hayat olduğunu bilmiyor.
Bunu bilenlerin, bunu “gündelik” yaşam hâline getirmişlerin çok büyük bir kısmı da ne savaşıyor, ne de savaşanlarla ilgileniyor.
Kavganın göbeğinde kalmış ülkelerde böyle hayatların farkında olanlar ise bu hayatı diğerlerine anlatmıyor.
Bir fırsatını yakalayıp bu hayatlarını sürdürecek olanakları ele geçirmeye çalışıyorlar.
Bırakın yeryüzündeki ideolojileri, fikirleri, tartışmaları, insanların yeryüzündeki sofraları bile bilmeyen bir sıkışıklığın içinde kalmak zorunda bırakılması asıl üzücü olan.
Özgürlük dediğiniz şey, “tercih edebilme hakkına” sahip olmaktır.
Tercih edip etmemekten önce, hayatta nelerin tercih edilebileceğinin bile anlatılmadığı coğrafyalar var yeryüzünde.
Kaç milyon çocuk “istiridyeyi sevmeme” hakkına sahip olmayacak biliyor musunuz?
Hiç tatmayacak bile, tadamayacak.
Bazen sıkılıyor insan hep aynı sofrada oturmaktan.
Şimdi güzel bir frambuaz ve arkasından sıkı bir kahveyle konyak.
İnsanları sadece politika yazarak değil yemek yazarak da kızdırabileceğinizi biliyor musunuz?
Yemeklerle ilgili saçma sapan bir yazı neden kızdırır acaba insanları?
Frambuaz yerken konuşulacak güzel bir konu işte.
Ahmet ALTAN / TARAF