'Çığlıkların çıkması için zaman gerek'

1980 darbesinin kelebek etkisini ortaya koymayı amaçlayan 'Zor Yılların Kayıp Çocukları' adlı belgesel-filmde yer alan Pelin Batu: "5-10 yıldır darbenin didiklenmesi tesadüf olmasa gerek. Belli çığlıkların çıkabilmesi için zaman gerekiyor."

Çığlıkların çıkması için zaman gerek
26 Ağustos 2012 Pazar 10:30 tarihinde eklendi, 1.445 kez okundu.

 

2 Eylül darbesi döneminde ailesi darbe mağduru olan, bu anılarla büyümek zorunda kalmış, şimdilerde 30’lu yaşlarını süren neslin hikâyeleri, başrolünü Pelin Batu ve Tolga Güleç’in paylaştığı ‘Zor Yılların Kayıp Çocukları’ adlı belgesel-filmde su yüzüne çıkıyor.

Filmde, sol örgüt üyesi annesini darbe döneminde hapishanede kaybetmiş Onur ile babası Ülkü Ocakları’nda yetişmiş Zileyha üzerinden, siyasi görüş farkı gözetmeksizin darbe mağdurlarının çocuklarının travmaları yansıtılıyor. Yapımcılığını Bahçeşehir Üniversitesi’nin; yönetmenliğini ise Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Erkan Büker’in üstlendiği, tamamı gerçek hikâyelerden oluşan ‘Zor Yılların Kayıp Çocukları’ için Pelin Batu, “Filmimiz olayı sağ- sol diye ayırarak ele almıyor, darbeyi taraf tutmadan anlatıyoruz” diyor... 
 
‘Zor Yılların Kayıp Çocukları’ nasıl geldi önünüze? 
Bana son yıllarda tarihimizdeki en kötü şeyin ne olduğunu soruyorlar, ben de darbeler diyorum. Bu konuyla özellikle alakadar olduğum için projenin beyni olan İnci Taşdemir bana filmi anlattığında tüylerim diken diken oldu. Senaryoyu okudum ve içinde buldum kendimi. 
 
Ülkücü bir babanın kızı Zileyha’yı oynuyorsunuz filmde… 
Evet, babası yıllarca ülkü ocaklarında bulunmuş, hapis yapmış… Muhsin Yazıcıoğlu külliyatını hatmettim film için. Zileyha, film boyunca didaktik bir şekilde sağ felsefenin düşüncesini anlatmıyor ama en azından nasıl bir zihniyetle büyüdüğünü anlamak için epey okudum. Bu kadın hayatta kendini saklamış, hiç kimseye kendini göstermeyen, eşiyle bile doğru dürüst diyalog kuramayan biri. Annesi-babası sağ ya da sol taraftan fark etmez, şu ya da bu şekilde hapse girmiş insanların pek çoğunda benzer anksiyeteler, uyku bozuklukları, dış dünyayla iletişim sorunu var, bu kadın da tipik örneği. O yüzden ben “Aa bu kadın türban takıyor, o yüzden şöyle oynayayım” demedim, benim için önemli olan onun psikolojisiydi. Sağ, sol fark etmiyor; o tıkanmışlık, kendini ifade edememe, ses bulamama sorunu herkeste oluyor. 
 
Darbeyle ilgili birçok film / dizi çekildi. Sizinkinin farkı nedir? 
‘Zor Yılların Kayıp Çocukları’ olayı sağ/sol, iyi takım / kötü takım gibi ayırarak ele almıyor, ikisini de ele alıyor. Bizim filmimizde takım tutma yok, “Bu iyi, bu kötü” demiyoruz. 
 
Film için, darbenin kelebek etkisini anlatıyor diyoruz… Siz nasıl anlatırsınız bu etkiyi bir tarihçi olarak? 
Bazı bilimsel çalışmalar, darbelerin etkisinin 20 sene sonra çıktığını söyler. Bizde son 5-10 yıldır darbeyle en azından askeriyeyle ilgili belli şeylerin sorgulanması ve didiklenmesi tesadüf olmasa gerek... Bazı şeylerin oturması, belli çığlıkların çıkabilmesi için zaman gerekiyor. İnsanlar şimdi şimdi konuşmaya başlıyor. Anne-babaların daha fazla konuşması, yaşadıklarını anlatmaları lazım. Özellikle bizimki gibi projelerle darbenin bizim neslimiz üzerindeki etkisi tartışılır diye düşünüyorum. 
 
Darbenin en kuvvetli etkilerinden birinin, bir neslin apolitize edilmesi olduğu söylenir hep… 
Özellikle babyboomer yani 1950’den sonraki nesil çocuklarını farklı yetiştirmişler. 68 kuşağını düşünün, düşünceleri için savaşan, belli idealleri olan bir nesil. Sonrasında 80’lerde ülke sağ/ sol diye bölündü. Helikopter etkisi diye bir etki var, fiziksel olarak bir helikopteri düşünün, aile helikopteri sembolize ediyor, çocuklar da sanki onların keskin kanatları altında, tüm yaklaşanlardan korunuyor- darbe sonrası nesil böyle bir nesil, o yüzden çoğu apolitik, o yüzden, aileleri gibi idealleri, koşullanmaları yok... Aileler, kendi savaşlarından uzak tutuyorlar çocuklarını çünkü pek çok aile şunu söylüyor: “Biz savaştık da ne oldu? Hiçbir şey değişmedi, boşu boşuna o kadar genç öldü”. Bu da meydanlara çıkmadan kendi küçük kuyularında kaybolmuş bir nesli beraberinde getiriyor. O yüzden de ister istemez apolitik oluyorlar, hayat onu getiriyor. Ama coğrafyamız o kadar çalkantılı ki, ne kadar apolitik olurlarsa olsunlar, meydanlar ister istemez dolacak, doluyor. Bazı protestolarda, körler ve sağırlar birbirini ağırlar gözleminde bulunuyorum çünkü artık yıllardır nükleer enerji karşıtı yürüyüşleri, 3. köprü protestoları olsun, hep aynı kişilerle mücadele ediyoruz. İnsanlar nefes alamayacak hale gelince, buna bir lüks olarak bakmayınca, doğal bir tepki büyüyecek. 
 
Darbelerin etkisinin 20 sene sonra çıktığından bahsettiniz. Yargılama 22 yıl sonra, Nisan 2012’de başladı, samimi mi sizce bu süreç? 
Hayır ama yine de iyi ki var. Herkes farklı bir şey söyleyebilir ama şu veya bu nedenle en azından yüzleşmek ve bunun kötü bir şey olduğunun sürekli hatırlatılması bence sağlıklı. Hiç olmamış gibi davranmak çok şizofren bir toplum doğurur. Ama hukukun içinde o kadar soru işareti var ki, bu iş bir şova mı dönüşecek diye sormadan edemiyor insan. 
 
Sizin nasıl bir beklentiniz var? 
Kenan Evren caddelerinin isminin değiştirilmesi ya da heykellerin kaldırılması filan başladı ama o dönemin belli simgelerini indirmek zihniyeti bitirmiyor. Sen bir darbeci zihniyeti yok edip kendi darbeci zihniyetini koyuyorsan o zaman ne fark ediyor ki? Sadece üniforma değişmiş oluyor, forma yerine lacivert takım elbise geliyor. Tarihi hiç bilmeyen, darbe dönemine fi tarihiymiş gibi bakan çocukların bazı şeylerin farkında olması için evet, bu tür yargılamalar etkili olacaktır ama aynı şeylerin yapılmaması gerekiyor farklı kostümlerle. 
 
Babanızın mesleği nedeniyle evde darbe konuşulmuştur muhakkak… 
Tabii ki, onlar hep “Siz çok şanslısınız” derlerdi. Evinde Nâzım Hikmet kitapları saklayan ya da babasının bahçesine kutular içinde şiir kitapları ‘eken’ insanların hikâyesini duyarak büyüdüm. Annem de babam da hep sol tarafta durduğu için onların arkadaşlarının hikâyelerini de dinledim, bu yüzden tepkiliydim olan bitene, askere karşı bir antipatiyle büyüdüm. 
 
Bu antipati devam ediyor mu? 
Asker olsun, polis olsun, gücünü halka karşı kullanan, halkın seçimini göz ardı edip birer makine gibi davranan herhangi bir oluşuma karşı antipatim devam ediyor. Bugün, askeri vesayetin bitmesinden bahsediyoruz ve demokrasi adına buna seviniyoruz, öyle değil mi? Ama birini yok edip yerine kendi ordularınızı geçirince, pek bir şey değişmiş olmuyor. Üniformalar, hakiden maviye değişiyor, insanlar yine biber gazı yiyip şaibeli şekillerde içeri tıkılıyor… 
 
Üniformalar hakiden maviye geçti dediniz, askeri vesayet bitti mi sizce? 
Bitti ya da bitmedi demek şu an zor ama şu kesin ki ülkemizde askerin ehemmiyeti asla bitmeyecek. Köklü bir organizasyon, ekonomik bir güç, jeo-politik konumlanmamızdan dolayı askeriye her zaman aktör olmak durumunda ve tarihten gelen belli gelenekler var. Ama dünya ve biz çok hızlı değişiyoruz, bu değişimde asker kendini yenileyip, bir kesim için garantör, başka bir kesim için öcü rolünden kurtulur mu, bu biraz da Ortadoğu , Kürt meselesi, ekonomik çıkarlara bağlı. 
 
Yabancı arkadaşlarınızla konuştunuz mu, onlar nasıl görüyor darbeyi? 
“Bir değil, iki değil, üç değil, on senede bir darbe olmuş. Bu toplum nasıl bir toplumdur?” diye soruyorlar. Garipsiyorlar, “Başından bu kadar darbe geçmiş bir ülkenin toplumunda bir tuhaflık vardır” diyorlar. Netekim, var… (Radikal)