Sömürge ve Para Kavga Pranga'nın Yazarı R. Levent Işık İle Röportaj

Sömürge ve Para Kavga Pranga isimli çalışmalarıyla tanınan yazar R. Levent Işık ile gerçekleştirilen röportajımız:

Sömürge ve Para Kavga Pranganın Yazarı R. Levent Işık İle Röportaj
03 Ekim 2019 Perşembe 20:42 tarihinde eklendi, 2.180 kez okundu.

Sömürge ve Para Kavga Pranga isimli çalışmalarıyla tanınan yazar R. Levent Işık ile gerçekleştirilen röportajımız:
 

Objektif Haber Muhabiri: Sizi biraz tanıyarak başlayalım? Kimdir R. Levent Işık? Birkaç cümleyle kendinizden bahseder misiniz?
 

R. Levent Işık:1988 İstanbul doğumluyum. Balkanlar’dan göç eden bir ailenin üç erkek çocuğunun ortancasıyım. 2006 yılında Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi’nden, 2011 yılında da Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldum. Aynı yıl bir katılım bankasında müfettiş yardımcısı unvanıyla özel sektörde iş hayatına başladım. 2018 yılında ilk kitabım olan Sömürge, 2019’da da Para Kavga Pranga isimli çalışmam yayınlandı. Sanırım bunlar giriş için yeterli.
 

M.: Hemen çalışmalarınızla devam edelim. Sömürge’den biraz bahseder misiniz? Nedir hikayesi kitabın?
 

R.:Sömürge, faize dayalı ekonomik sistemin eleştirisini yapan, onun ortaya çıkardığı dünya düzenine bağlı olarak oluşan modern sömürgeciliğin tarifini ortaya koyan bir çalışma. Bu sistemin yıkılmadığı sürece insanlığın asla huzur bulamayacağını anlatıyor. Sistemin en az dört yüz yıllık bir alt yapısının var olduğunu işaret ediyor. Tüm kurgunun emeğin ve maneviyatın sömürüsü üzerine bina edildiğini tarihsel kanıtlarıyla ortaya koyuyor ve alternatif bir ekonomik sistemin önerisini sunuyor. Bunun da ancak İslam dünyasında oluşacak bir işbirliği ile var olabileceğini, liderliğinin de Türkiye tarafından üstlenilmesi gerektiğini gerekçeleriyle beraber açıklıyor.
 

M.: Bu açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla Antikapitalist İslamcılık bakış açısıyla hazırlanmışa benziyor. Bu tabir uygun olur mu?
 

R.:Sanmıyorum. Birincisi her türlü sınıflama bu kitabın doğasına aykırıdır. Zaten ben de şahsen sınıflamalardan her zaman kaçınırım. Hele ki konu İslam ve Müslüman kelimeleri etrafında gelişiyorsa, bence bu iki kelimenin başına hiçbir sıfat gelmemelidir. Bu iki kelime zaten her şeyiyle tamdır, kusursuzdur.
 

M.: Pekâlâ, içerikten sonra şimdi de hikâyeye gelelim, sizi bankacıyken bir de yazar haline getiren bu kitabın hikâyesinden bahseder misiniz? Nasıl başladı yazımı?
 

R.:Yazar sıfatını taşımak zordur. Bu nedenle ben bu sıfatı kabul etmiyorum. Yazar dediğiniz kişi tüm hayatıyla yazdıklarının yürüyen temsilcisi olmalı. Ne yazık ki benim kitaplarımda işaret ettiğim gaye-i hayalleri temsil edecek derecede ne karizmatik bir gücüm var ne de uygun bir etki alanım. Henüz stajyer sayılım yazarlık konusunda. 
 

Hikâye kısmına gelince, sürekli halde karşılaştığım bazı sorular ve önyargılı cümleler beni kitabı yazmaya adeta zorladı. Bizim milletimiz yüzyıllarca hüsn-ü zan’ı ile meşhurken ne yazık ki son çeyrek asırda, yaşanan içtimai olaylar sebebiyle bugün adeta her meseleye su-i zan ile bakar hale gelmiş durumda.
 

Sürekli olarak bana “Ne farkı var katılım bankasıyla diğer bankaların?” şeklinde sorular sorulduktan sonra cevabı hiç dinlemeden ya da kitaplara sığmaz derecede derinlik isteyen bu konulara dinlediklerinin üzerine biraz konsantre olup araştırma yapmak yerine açıklamaların daha ikinci cümlesinde sıkılıp “Aman… Hepiniz aynısınız işte!” minvalinde yorumlar yapan eşim, dostum, arkadaşım, tanıdıklarım yazdırdı aslında bu kitabı.
 

Çünkü sordukları sorunun doğru şekilde açıklanması için cevap verenin hem iktisat hem de fıkıh alanında ciddi manada bilgi sahibi olması gerekmektedir. Bu iki büyük ilim alanına hakkıyla sahip olmak büyük emek ister. Ben bahsi geçen alanlarda tarifi yapılan böyle bir ilim derinliğine sahip değilim. Ülkemizde ve dünyada bu iki alana hakim, doğrudan soru cevap şeklinde bahsi geçen soruya ve devamında gelmesi muhtemel sorulara cevap verebilecek insan sayısı da sınırlıdır. Fakat genel hatlarıyla “Ne farkı var sizin bankalarınızla diğer bankaların?” sorusuna birkaç cümleyle değil ama bir kitapla, gereken genel bilgiler derlenerek cevap vermek mümkün olduğundan bu sorunun muhatabı olabilecek nitelikteki âlimlerin çalışmalarından ilgili alıntılarla çalışmamı, kanaatlerimle değil kanıtlar çerçevesinde oluşturdum. Aslında “Ne farkı var?” sorusuna bir cevap için başlamıştı çalışmam. Fakat derinleştikçe hakim ortodoks ekonomi sisteminin insanlığı maddi ve manevi anlamda nasıl sömürdüğünün, neden yıkılması gerektiğinin, nasıl ve kimin liderliğinde gerçekleştirilebileceğinin tarifi haline geldi.
 

M.: Para Kavga Pranga… Onun hakkında neler diyeceksiniz?
 

R.:Bir manada Sömürge’nin devamıdır. Sömürgedeki teknik bilgilerin daha doğal ifade edilişidir. Sömürge içindeki alıntılar ve kanıtlarla yarı akademik bir çalışma hüviyetinde bir kitap. Para Kavga Pranga ise Sömürge’nin farklı bir pencereden, samimi bir dille ve bazı yeni konularla harmanlanmış versiyonudur diye biliriz.
 

M.: Kitaplarda siyasi bir mesaj amacınız var mıydı?
 

R.:Hayır. Ben çok geniş bir perspektiften bakmaya, olayları kanıtlarıyla ifade etmeye çalıştım. Bir şekilde yazılarımın beslendiği konularla ilişiği yadsınamaz olan siyasi olayları her ne kadar yakından takip etmeye gayret etsem de tarafgirlikten hoşlanmam. Takım bile tutmayan biriyim. Siyasi bir mesajım ya da bu alanda dolaylı bir planım yoktu yazarken. Bu kitaplar ekonomiyle, tarihle, sosyolojiyle alakalı. Mesajları ancak bu alanlara yönelik olabilir.
 

M.: Fakat büyük kitap satış sitelerinde kitaplarınıza ilişkin yorumları incelediğimizde yoğun bir Sünni İslam ve Türk Milliyetçiliği propagandası yapıldığına dair kayıtlar gördük. Bu iddialarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
 

R.: Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu olduğumu söylemiştim. Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkleştirdiği, İslamlaştırdığı topraklardan gelen bir soydanım. Irki manada Türk Milliyetçiliği yapmam komik olur sanırım. Fakat denilmeye çalışılan Türkiye Milliyetçiliği yani kültürel bir milliyetçilikse tarihin her devresine adını maddi manevi mirasıyla altın harflerle yazdırmış, İslam’ın ve her türlü insani değerlerin bin yıl bayraktarlığını yapmış bir milletin kültürel manada milliyetçiliğini yapmakla ancak ve ancak övünürüm. Bu ülkenin her vatandaşı da bunla övünür diye düşünüyorum. Böyle tanınmak da beni mutlu eder zaten.
 

Sünni İslam propagandası konusuna gelince, ben İslam’ı sadece atadan dededen bir miras olarak kabul etmedim. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okudum ve idrak ettim. Kulluk bilincimde, davranış ve hareketlerimde, yerine getirmeye çalıştığım ibadetlerimde türlü türlü noksanlar, hatalar, hatta zaman zaman iç dünyamda çağımızın manevi hastalıklarından ötürü şiddetli savrulmalar olsa bile ben kendi irademle Rabbimi ve Kitabımı seçmiş, tanımış, öğrenmiş biriyim. Bu yüzden İslam ile alakalı değerleri savunmam kadar doğal ne olabilir, bilmiyorum.
 

Sünnilik konusu da şöyle ifade edeyim. Az önce de dediğim gibi ben İslam kelimesinin başına gelen hiçbir sıfatı, ayracı, tamlamayı kabul etmiyorum. Ama sonuna gelen bazı kelimeler var ki benim için çok değerli. İslam Dünyası, İslam Devletleri, İslam Coğrafyasıgibi… Mezhep meseleleri bırakın propagandasını yapmayı hakkında yorum bile yapabileceğim kavramlar değil. Öyle derin bir ilmim yok. İbadetini bile tam yapamayan insanların bu konulara girmemeleri gerektiğini, bizi ayıran birkaç meselede ayrılığa düşmek yerine bizim yüzlerce olan ortak değerlerimizde birleşmemiz gerektiğini düşünüyorum. Gerisi insanın kendi vicdanına ve aklına kalan konulardır. Fakat nedense insanlar hep ayrılıklarla farklılıklarla uğraşıyorlar. Kitaplarım da bunu anlatıyor zaten. Bizi önce ayırıyorlar, sonra sömürüyorlar… O yüzden de bahsettiğiniz iddiaları ironik buluyorum.

 

 

M.: Yeni çalışmalarınız var mı? Yakın zamanda yeni bir kitap mesela?

R.: Roman yazmaya çalışıyorum. Ama pek başaralı olamıyorum sanırım. Becerebilirsem, içime sinerse onu yayınlamayı planlıyorum.
 

M.: Konusunu paylaşmanız mümkün mü?

R.: Tabiki. Genç bir gazetecinin hikayesini anlatmaya çalışıyorum. Buhranlı bir hayatı var. Çağımızın manevi problemleri arasında bocalıyor. Hakikatini arıyor. Bu kadarı yeterlidir sanırım.
 

M.: Peki, bu aralar ne okuyorsunuz? Tavsiye edeceğiniz kitaplar var mı içlerinde?

R.: Eylül ayında Nuri Pakdil’in Biat serisini, Proudhon’dan Mülkiyet Nedir?’i, Stefan Zweig’den Vicdan Zorbalığa Karşı’yı okudum. Şu ara Albert Camus’nun Yolculuk Günlükleri’ni okuyorum. Hepsini tavsiye ederim. Hepsi mükemmel kitaplar.
 

M.: ‘Bugüne kadar okuduklarınızdan sizi en çok etkileyen kitap hangisiydi?’ diye sorsam…

R.: Kesinlikle Dostoyevski’nin eşsiz eseri Suç ve Ceza derim.
 

M.: Biraz da müzik diyelim… Ne tür dinlersiniz? Var mı hayranı olduğunuz bir sanatçı?

R.: Müzik konusunda özel bir zevkim yok. Klişe olacak ama kulağıma hoş gelen herşeyi dinlerim. Fakat son bir senedir Yüzyüzeyken Konuşuruz gurubunun şarkılarına ciddi derecede takıntılı oldum. Hemen hemen her gün dinliyorum.
 

M.: Son sorumuz. Tüm dünyanın okuyacağı bir mesajınız olsa, ne yazmak isterdiniz?

R.: Sanırım sadece ilk emiri yazardım: “Oku!”
 

M.: Keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.

R.: Benim için kendimi tanıtma adına önemli bir fırsattı. Asıl ben teşekkür ederim.