Çuval baskını geliyorum demiş

4 Temmuz 2003’teki çuval baskınından iki ay önce Genelkurmay Başkanı Özkök ABD’ye üç mektup yazmış, Washington ültimatom vermiş.

Çuval baskını geliyorum demiş
30 Mart 2011 Çarşamba 12:08 tarihinde eklendi, 1.236 kez okundu.

 

Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin gerçekten “parlak” sayfaları olup olmadığı tartışılabilir ama varsa bile, 4 Temmuz 2003’ün o sayfalardan biri olmadığı kesin. O tarihte, dünyanın her yanındaki Amerikalı yetkililer, ülkelerinin 227’nci Bağımsızlık Günü kutlamaları nedeniyle izin kullanır ya da resmî törenlere katılırken, Kuzey Irak’ta Amerikan 173’üncü Hava İndirme Tugayı’na bağlı askerler tatil yapmıyorlardı. Onlar, Süleymaniye’de kentinde bir binbaşı komutasında karargâh kurmuş olan 11 Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensubunu yakalayıp, başlarına çuval geçirmek suretiyle gözaltına almakla meşguldüler.
 
İkili ilişkiler tarihine “Çuval Olayı” olarak geçecek olan bu hadisenin perde arkasına ilişkin Türk ve Amerikan resmî değerlendirmeleri hiçbir zaman birebir örtüşmedi. Ancak Ankara’nın da Washington’ın da, 4 Temmuz 2003’te yaşananların tekrarlanmasını istemedikleri ve tekrarlanmaması için önlem alma güvencesini karşılıklı olarak birbirlerine verdikleri biliniyor.
 
Bugün, “WikiLeaks Türkiye Belgeleri” arasında yer alan ve doğrudan “Çuval Olayı”nı olmasa da, bu olayın nasıl bir ortamda gerçekleştiğini anlamaya yardımcı bir kriptoyu yayımlıyoruz. 5 Mayıs 2003 tarihini taşıyan, yani “Çuval Olayı”ndan tam iki ay önce, ABD’nin Irak’ı işgal harekâtını başlatmasından ise 45 gün sonra yazılan bu kriptoda, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün kaleminden çıkan üç mektupla, 28 Nisan 2003’te Türk ve Amerikan Özel Kuvvetleri arasında yapılmış bir görüşmenin zabıtları var.
 
Ancak bu mektupları ve zabıtları okumaya başladığınızda, metinlerin içinden bir “hayaletin” geçtiğini de hemen farkedeceksiniz. Metinlerde, üstü örtülü atıflar dışında doğrudan ele alınmasa da, Türkiye ile ABD arasında ciddi bir gerginlik vesilesi olduğu anlaşılan, Amerikan tarafının Türk askeriyesine ültimatom benzeri talimatlar vermesine, Türk Genelkurmayı’nın da bundan duyduğu rahatsızlığı bildirmesine neden olan o “hayalet,” 22-23 Nisan 2003’te Kerkük’te yaşanan olaydı.
 
22 nisanda, Erbil’deki Özel Kuvvetler Komutanlığı Karargâhı’nda görev yapan bir time mensup Türk askerî personeli, “Türkiye’den gelen bir insani yardım konvoyuna eskortluk etmek” gerekçesiyle gittikleri Kerkük’te gözaltına alındılar; ertesi gün de, Amerikan askerî personeli eşliğinde Irak’tan sınırdışı edilerek, Türkiye’ye geri gönderildiler.
 
Söz konusu timin bu olaydan birkaç saat sonra Irak’a döndüğünü; on hafta sonra yaşanacak olan “Çuval Olayı”nın arkaplanında da işte bu sınırdışı ve geri dönüş hadiselerinin belirleyici rol oynadığını savunanlar var. Ama biz, o tartışmaya şimdilik girmeksizin, 22-23 Nisan 2003 hadiselerinin Türk-Amerikan askerî diyaloguna nasıl yansıdığını ortaya koyan dört ayrı belgeyi dikkatinize sunuyoruz.
 
Özkök, ABD’ye üç mektup yazdı
 
Tarih, 5 Mayıs 2003. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde Siyasi-Askerî İşlerden sorumlu Müsteşar Stuart Brown’ın Washington’a gönderdiği telgrafın başlığı: “Irak: Türk Genelkurmay Başkanı (Hilmi) Özkök’ten Genelkurmay Başkanı (Richard Bowman) Myers ve CINCEUR (ABD Avrupa’daki Kuvvetleri’nin Başkomutanı General James) Jones’a mektuplar.” Telgrafın tam metni şöyle:
 
(1)5 Mayıs 2003’te Büyükelçilik, Türk Genelkurmay Başkanı General Özkök’ten üç mektubun nüshalarını aldı. (1) Genelkurmay Başkanı General Myers’a yazılmış 30 nisan tarihli bir mektup (metin için ikinci paragrafa bakın), (2) Genelkurmay Başkanı Myers’a yazılmış 1 mayıs tarihli mektup (metin için üçüncü paragrafa bakın) ve (3) SACEUR (Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı) General Jones’a yazılmış 1 mayıs tarihli bir mektup (metin için dördüncü paragrafa bakın). Genelkurmay Başkanı Myers’a gönderilen ilk mektup, büyük ölçüde Kuzey Irak üzerinde duruyor: ABD güçlerinin Kuzey Irak’taki Türk özel kuvvetlerine muamelesini protesto ediyor ve onların oradaki varlığını açıklamaya ve haklı göstermeye çalışıyor. Ayrıca, PKK/KADEK tasfiye edildiğinde ve bölge güvenli olduğunda Türk güçlerinin yeniden konuşlandırılmasını (Türk birliklerinin Kuzey Irak’tan çekilmesi kastediliyor), ABD ve Türkiye’nin birlikte ele alabileceklerini de söylüyor. General Myers’a yazılan ikinci mektup (SACEUR Jones’a yazılan mektup gibi), Türkiye’nin, Irak’ta NATO öncülüğündeki operasyonlara katkı sunması teklifinde bulunuyor ve Türkiye’deki NATO karargâhının bu amaçla kullanımı için NATO’nun desteğini istiyor. Nihayet, beşinci paragraf, 28 Nisan 2003’te CJSOTF-N ( Açılımı “Birleşik Ortak Özel Operasyon Görev Gücü-Kuzey” diye tercüme edilebilecek olan ama kısaca “Viking Görev Gücü” olarak bilinen komutanlık, 2003-2004 döneminde Irak Savaşı’nın Kuzey Cephesi’nden birinci derecede sorumluydu) Komutanı Albay Cleveland ile Silopi’deki Türk Özel Kuvvetler Komutan Yardımcısı arasındaki toplantının zabıt tutanaklarına yer veriyor.
 
 
Kerkük’teki olayı çok abarttınız
ÖZKÖK-MYERS: TÜRKİYE’NİN IRAK KONUSUNDAKİ KAYGILARI
 
(2) Türk Genelkurmay Başkanı General Özkök’ün Genelkurmay Başkanı General Myers’a mektubunun metni başlıyor:
 
Sayın General Myers,
 
Kuzey Irak’taki ABD Özel Kuvvetleri’nden gelen yeni mesajlar cesaretlendirici değil. Bu nedenle size görüşlerimi aktarmak istiyorum.
 
Bilindiği gibi, 1997’den beri Kuzey Irak’ta sınırlı sayıda Türk birliği bulunmaktadır. Bu eylem, KDP ( Mesut Barzani’nin liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi) ve KYB (Celal Talabani’nin liderliğindeki Kürdistan Yurtsever Birliği) ile tamamen koordine edilmiştir. Bu sınırlı asker konuşlandırmasının esas amacı, PKK/KADEK teröristlerinin Türkiye’ye sızmasını önlemenin yanı sıra erken uyarı ve istihbarat toplanmasıdır. Bölgede, Türkiye için ciddi tehdit oluşturan neredeyse 5 bin terörist vardır.
 
Bu nedenlerle, PKK/KADEK varlığının tasfiye edilmesi ve bölgede tam denetimin sağlanması ertesinde, Kuzey Irak’taki Türk askerî mevcudiyetini, biz, beraberce, değerlendirebiliriz. Temin edildiği(niz) üzere, bu birliğin genel olarak, ABD operasyonları üzerinde olumsuz bir etkisi yoktur. Arzulanan nihai-duruma, karşılıklı anlayış ve nesnel kıstaslara dayalı ikili görüşmeler yoluyla erişebileceğimiz aşikârdır.
 
Bunu akılda tutarak, ben Kerkük’te kısa süre önce yaşanan olayın abartılı olduğunu düşünüyorum. Birincisi, General Osman’ın (O sırada Kuzey Irak’taki Birleşik Görev Gücü’nün komutanlığını üstlenmiş olan ABD Deniz Piyadeleri Korgenerali Henry P. Osman) karargâhı bu faaliyetten haberdar edilmişti. İkincisi, bölgede herkes hafif silahlar taşıma eğilimindedir. Türklerden, Kürtlerden ve Türkmenlerden oluşan bu timdekiler, kendi güvenlikleri için gerekli olanın dışında ilave silah taşımıyorlardı. Konvoy durdurulduğunda, anlaşmazlığı çözüme kavuşturmaya yardımcı olmak amacıyla başkaları da geldi. Ancak yanlış anlaşıldılar ve çok bariz nedenlerle Türkiye’ye geri gönderildiler.
 
Türkiye’nin bu olaydaki düşük profilli tavrı, hiçbir surette, Türk timinin hatalı davranmış olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksine, yukarıda belirtildiği gibi, Türk yaklaşımının altında yatan unsur, Türk-Amerikan ilişkilerine atfettiğimiz önem olmuştur. Alt kademelerin yanlış yorumlarının ve hatalı değerlendirmelerinin ilişkilerimize ters bir etki yapmasına izin verilmemelidir. Bu bağlamda, bu tür gergin ve öznel yaklaşımları her iki taraf için de kabul edilemez bulmaktayım.
 
Kısa zaman dilimlerinde karşılanması gereken ültimatom benzeri talepler, dostane ilişkilerimize zarar verebilir. Biz birbirimize karşı değiliz. Bölgedeki askerî birliklerimiz de (birbirine karşı) değildir. Bu tür talihsiz açıklamaların, uzun zamandır zor koşullar altında çalışan bazı yetkililerin hissiyatından kaynaklandığını varsayıyorum. Bu tür açıklamaların tekrarlanması endişe verici bir atmosfer yaratmaktadır.
 
Mesela, 28 nisanda Erbil’deki toplantı sırasında 10’uncu ABD Özel Kuvvetler Grup Komutanı Albay Cleveland tarafından yapılan açıklamalar kabul edilemez nitelikteydi. Bilhassa, Irak Özel Temsilcisi Sayın ( Zalmay) Khalilzad’la Özel Kuvvetler timlerine Habur Kapısı’nda yapılana bir intikam olarak atıfta bulunmak, hiç kuşku yok ki böyle bir subayın haddi değildir. (Bu cümlenin İngilizce orijinali gramer olarak hatalı, dolayısıyla anlamı da tam net değil. Dileyenler, metnin İngilizce orijinaline Taraf’ın internet sitesinde ulaşabilir.)
 
Bilindiği gibi, Sayın Khalilzad’ın yakın korumalarının bazıları, geri dönecekleri yönünde yazılı taahhütleri olmasına rağmen Irak’ta kalmışlardır. Sınır kapısındaki Türk yetkililerin de kendi üst makamlarıyla istişare yapmaları gerekmiştir ki, bu da elbette zaman almıştır. Bu süreç boyunca, Sayın Khalilzad ve yardımcıları Vali Yardımcısı tarafından misafir edilmişlerdir. Akabinde de, kısa bir süre sonra, kendisinin ve ekibinin Türkiye’ye girmelerine izin verilmiştir.
 
Özel Kuvvetler meselesine dönersek, böyle bir birimi Türkiye’den Irak’a gönderme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu konuda bir yetkim olmamakla birlikte, sizinle konuştuktan sonra, özel kuvvetleri, siyaseten halihazırda kabul edilmiş olan NILE (Kuzey Irak İrtibat Elemanları) timlerinin kapsamına sokan bir dizi işlem gerçekleştirdim.
 
Kuzey Irak’taki kalışlarının uzamasına gelince, düşünmemiz gerektiğini söyledim ki, bu da bir tür esneklik yansıtıyor. (Burada da doğru bir İngilizce kullanımı söz konusu değil; Özkök bu cümleyi, “Kuzey Irak’taki kalışlarının uzamasına gelince, bir tür esneklik yansıtacak şekilde düşünmemiz gerektiğini söyledim” anlamına da kullanmış olabilir ama cümle gramer olarak her iki anlamı da tam karşılamıyor.)
 
Daha önce, Kuzey Irak’taki birliklerimizin yerleri konusunda net açıklamalar yapmıştık. 23 Mart 2003’te ODC’ye (Ankara’da bulunan ABD’ye ait “Savunma İşbirliği Bürosu” kastediliyor. ODC’ler, ABD’nin çeşitli ülkelerle askerî işbirliğini ve savunma alanında eşgüdümü sağlamak üzere kurduğu, Türkiye gibi bazı ülkelerde büyükelçilik bünyesinden mekânsal ve idari anlamda özerk çalışan, genellikle başında bir general olan ve şeffaflıktan yoksun olmalarının da etkisiyle, faaliyetleri şüphe çeken birimlerdir.) bu yerlerin koordinatlarını açıklayan yazılı bir bildirimde de bulunduk. Dahası, ben kişisel olarak, Bakan Powell’a (dönemin Dışişleri Bakanı ve ABD’nin eski Genelkurmay Başkanı Colin Powell) Türk askerlerinin toplam sayısının 1500 civarında olduğunu bildirdim. Asker sayılarını, başlıca silahlarını ve muharebe araçlarını içeren ayrıntılı bir belgelemeyi de, talep üzerine, yaptık.
 
Savaş alanında küçük yanlış anlamaların ve sorunların, genel olara ilişkilerimize zarar vermesinden korkuyorum. Bu tür sorunları, yapıcı bir tutumla çözmek için azami gayret göstermemiz gerektiğine inanıyorum. Esas amacımız, ilişkilerimizin kötüye gitmesini önlemek olmalıdır. Ben, askerler olarak bizim hâlâ bu açıdan oynamamız gereken önemli bir rol olduğuna inanıyorum. Benzer olayları önlemek için, yapmamız gereken şey, asker ve sivil heyetlerle biraraya gelmek ve Kuzey Irak’taki temel düzenlemeleri konuşmaktır. CENTCOM’un (Merkez üssü Florida’da olan ABD Merkezî Kuvvetler Komutanlığı) devreye girmesi, savaş alanında böyle bir girişimden sonra gerçekleşmelidir.
 
Bu ani talepler hiç de yapıcı değil
 
Daha önce de konuştuğumuz gibi, yanlış anlamayı önlemek için faaliyetlerimiz şeffaf olmalıdır. Benim, şu an için tekrarlamak istediğim şey de budur. Ültimatombenzeri açıklamaların, ani ve beklenmedik taleplerin, ikili ilişkilerimizin geliştirilmesi açısında hiç de yapıcı olmadığı kanaatindeyim.
 
Sonuç olarak, kısa süre önceki gelişmelerin ikili ilişkilerimiz açısından zor bir ortam yaratmaması yönündeki samimi dileğimi ifade etmek isterim. Bunu akılda tutarak, karşılıklı anlayış ve işbirliğinin, karşılaşabileceğimiz bütün muhtemel engellerin üstesinden geleceğine olan kesin inancımı yeniden vurgulamak isterim. Bundan dolayı, geçmişteki olayların müstakbel ilişkilerimize hâkim olmasına izin vermemeliyiz. Bu yönde her türlü görüşmeye ve işbirliğine hazırız; Irak’ın yeniden inşası aşamasına ve bir İstikrar Gücü oluşturulmasına muhtemel Türk katkısı da buna dahildir. İkili ilişkilerimizi geliştirmek için elimden geleni yapmayı sürdüreceğimden emin olabilirsiniz.