"Kıyameti koparırım"

Yönetmenlerin oyuncularını kıskanmasının çok doğal olduğunu söyleyen Ferzan Özpetek; 'Şahane Misafir'de rol verdiği Cem Yılmaz'ı da paylaşmak istemiyor: Bir İtalyan yönetmen Cem'e rol verse kıyameti koparırım...

Kıyameti koparırım
09 Nisan 2012 Pazartesi 08:17 tarihinde eklendi, 4.594 kez okundu.

'Şahane Misafir' filminin yönetmeni Ferzan Özpetek ile filmin oyuncularından Cem Yılmaz, uzun süredir basının gündeminde.

Türkiye'de geçtiğimiz cuma günü vizyona giren film; elbette Cem Yılmaz'ın da olması sebebiyle büyük ilgi çekiyor, çok konuşuluyor ve tartışılıyor. Film, bir oyuncu adayının; yeni taşındığı evinde, 2. Dünya Savaşı'nda yaşamış ve hepsi hayalet olan bir tiyatro topluluğu ile karşılaşmasını ve onlarla kimi zaman komik, kimi zaman dramatik hale gelen ilişkisini anlatıyor. Cem Yılmaz da bu 'öte dünya'dan gelen misafirlerden biri. Bu 'şahane ikili', pazar günleri Kanaltürk'te yayınlanan Pazar Eki'nin konuğu oldu.

Program için Şirin Sever'in sorularını yanıtlayan Özpetek ve Yılmaz, stand-up tadındaki sohbetleriyle izleyicilere keyifli dakikalar yaşattı. Sohbete İtalyanca konuşarak başlayan Yılmaz, herkesi gülmekten kırıp geçirdi. İşte Pazar Eki'ndeki o diyaloglar...

 
Cem Yılmaz İtalyanca parçalamaya başlamışken, hemen sorayım... İtalyanca kolay mıydı, zor muydu? 

CEM YILMAZ: (Kırık bir Türkçe ile) Ben artık Türkçe çok az anlıyor... Nasıl diyor siz? Türkler; sizlerle olmak güzel, Türkiye çok iyi, insanlar çok arkadaş... (Kahkahalar) 
 
 Sette de böyle eğleniyor muydunuz, yoksa Ferzan Özpetek çok mu disiplinli bir yönetmen? 
C.Y.: İtalya'da bir meydan var, sabahları güne marş söyleyerek başlıyorduk, marş söyleyerek de dağılıyorduk. (Kahkahalar)
 
FERZAN ÖZPETEK: Sette iyiydi her şey. Çekimin ilk günlerinde hele, Cem'in sete gelip her şeye ayak uydurması, İtalyanca konuşması ve iki-üç gün içinde gözde olması çok hoşuma gitti. Hakikaten herkesin çok sevdiği biri oldu Cem. Oyuncular buradaki galaya gelmeden önce de "Cem orada olacak mı?" diye sorup durdular. 
 
Bu durumda kendinizi ikinci plana atılmış gibi hissettiniz mi? 

F.Ö.: Benim oyuncum ön plana çıktığında dünyanın en mutlu insanı olurum. Filmimde önemli olan, oyuncularımın sevilmesidir. 

C.Y.: Benim için de yönetmenimin sevilmesidir (Kahkahalar) 

Filmin konusuna gelelim... Bu fikir nereden aklınıza geldi?

F.Ö.: Bir kere gerçek bir hikaye bu. Bir arkadaşımın başına geldi... 

C.Y.: Başına neler geldi neler... (Gülüyor)

F.Ö.: Bundan 20 yıl önce benim oturduğum eve yakın bir yere yerleşti bu Sicilyalı arkadaşım. Bir gün aradı, "Dün akşam televizyon seyrediyordum, tuhaf elbiseli bir kadın bana bakıyordu evin içinde" dedi. İki-üç gün sonra, "Beyaz elbiseli bir kız gördüm evin içinde" dedi. Bütün arkadaşlar birbirimizi aramaya başladık, "Delirdi bu, çok yalnız, ondan olabilir" falan diyoruz birbirimize. Evde tuhaf tuhaf şeyler oluyor bu arada; sesler duyuyor annesi, anlatıyorlar sürekli... Aradan bir yıl geçti, 2. Dünya Savaşı'ndaki bombardıman sırasında, bir anne-kızın o evin penceresinden atladığı öğrenildi. Sonra üzerine çok düşündüm, 'böyle bir şey gelse başımıza, ne yaparız' diye... 

C.Y.: Yani arkadaşı bu olayları yaşarken, o bir yandan not alıyordu! 
 
Peki, bu iki dünyayı birleştirmek kolay mıydı, zor muydu? 

F.Ö.: Çok zor oldu ama hayatta gerçekten öyle bir şey olsa, nefis olur. 
 
 'Keşke eve gitsem de hayaletler görüp konuşsam' gibi mi?

F.Ö.: Hayalet lafını sevmiyorum! Bana başka şeyler, başka filmler hatırlatıyor. 'Varlık' demek daha iyi.

C.Y.: Yani kaybettiğin insanlarla rüyanda bir araya gelebilirsin, hayalinde onlarla konuştuğunu düşünürsün; Ferzan'ın demek istediği, biraz öyle bir şey. Hani hayalette bir korkutma meselesi var sanki... 
Filmin başında bir parça gerilim var ama! 

C.Y.: Evde bir tıkırtı duyan kimse 'Aa ne hoş' demez herhalde! O yüzden gerilimle başlaması çok doğal ama bir noktadan sonra insana, 'keşke böyle bir macerayı ben yaşasam' hissiyatı verecek çok yumuşak, tatlı anılar yaşanıyor. Bu film, yalnızlıkla çok ilgili bence. 

SON GÖSTERİ SİNEMA PROJESİ
 
 Cem, gösterini bitiriyorsun. Yeni bir proje var mı, dinlenecek misiniz? 
 
Mayıs'ta Avrupa turnem var, bayağı yoğun bir turne. 20 küsur günde 19 oyun oynayacağım! Ocak'a kadar da, bu son gösteriyi sinema perdesine çıkaracağım. 
 
 Nasıl bir şey olacak?
 
Yani bu 'Fundamentals' oyununu sinemada izleyebilecek insanlar. Bu bizde çok yapılmış bir şey değil ama Amerikan örnekleri var; insanlar gösterinin bir kaydını izleyecekler. Seyirciye bir yılbaşı hediyesi olacak. Çünkü benim fiziken artık seyircinin beklentisini karşılamam mümkün olmuyor. Çok sayıda oyun oynuyorum. 
 
 Hakikaten bu çok yorucu olmuyor mu senin için? 
 
Çok yoruluyorum. Uzun zamandır, haftada beş gün sahneye çıkıyorum ve biletlerim de maşallah yok satıyor. Bu yüzden de geçen sene hiç Anadolu turnem olamadı; İstanbul'u bırakamıyorum ki. Biraz da bu yüzden, bu oyunu bütün Türkiye geneline, çok sayıda insana ulaştırmak için sinema perdesine çıkaracağım
 
TÜRKİYE İLE İLGİLİ FİLM YAPMAK BENİ GERİYOR 

L'unita isimli bir İtalyan gazetenin eleştirmeni şöyle yazmış: "Özpetek'in bu filmi İtalya'nın gerçekleriyle yüzleşmesini sağlıyor. Peki, yönetmen kendi ülkesinin gerçekleriyle yüzleşmesi konusunda ne diyecek,
merak ediyoruz." Ne diyorsunuz? 

C.Y.: Çok faşizan! İtalyan orada tribe girmiş, gerilmiş. (Kahkahalar) 

F.Ö.: Aslında çok güzel bir eleştiri ama şöyle bir şey var sanırım: İtalyanlar, Türkiye'de film yapmam konusunda 'Acaba ne yapacak?' diye bekliyor, bu da biraz beni geriyor açıkçası. 

C.Y.: Bana düşmez ama benim gözlemim şu; Ferzan çok ahlaklı bir sanatçı. Eğer Türkiye'yle ilgili bir film yapacaksa, ona vakit ayırması ve gerçekten konusuna yoğunlaşması ve yaşaması gerekiyor meseleyi
 
ROLÜM FAZLA OLSA ALTINDAN KALKAMAZDIM

Hikayeyi ilk duyduğunda ne düşündün Cem? 

C.Y.: "Kendine gel Ferzan, daha ele avuca gelen bir şey yok muydu?" dedim. (Gülüyor) 
 
'Ben bu filmde nasıl olurum, nasıl dururum?' diye düşünmedin mi?

C.Y.: Arkadaşımın bana bir hediyesi olarak bakıyorum meseleye. Ben, Ferzan'ın filmlerini seyirci olarak takip eden biriyim; hep renkli, coşkuludur, duyguları yüksek yerlerde gezer onun hikayeleri. O bir şey anlattığı zaman yakın hissediyorsun hep. Hele içinde olma durumu zaten büyük bir lüks. 

Yani rolün küçüklüğü, büyüklüğü seni çok ilgilendirmedi; Ferzan Özpetek filminde olmak, o sette olmak mı öncelikliydi? 

C.Y.: Elbette öyle. Hatta daha küçük olsaydı rolüm; daha konforlu, daha eğlenceli olabilirdi. Ama daha fazla olsaydı, benim altından kalkamayacağım bir yere doğru giderdi. Ben İtalyanca'yı ancak arkadaşlarımı taklit ederek konuşabilirim, bilmiyorum ki İtalyanca! 

F.Ö.: Filme başladığımız zaman rolü daha azdı, çekimler ilerledikçe rolü arttı Cem'in. 

C.Y.: Önemli bir detay var burada, onu söyleyeyim hemen... Benim filmin içinde olmamı herhangi bir ticari aktivite gibi sunmamak, "Ben de oynuyorum, haydi koşun gelin" dememek için gayret ediyoruz. Arkadaşımın filmi bütünüyle güzel ve biz hileye başvurmak istemedik. Yani 'rolü ne kadar küçüktü, büyüktü' durumlarıyla ilgilenmeyen bir seyircimiz olması temennisindeyiz.
 
YEMEKTEN KISMALIYIZ

CEM YILMAZ: "Ferzan'ın setiyle bizimkileri karşılaştırırsak, yemekleri farklı bir kere! Ferzan'ın filmlerindeki yemek sahneleri meşhurdur ama ya arkadaş, birazcık da çalışanlara yemek verilsin! Sabahları bir pizza geliyor; neli dersin? Hiçbir şeyli! Tuzlu bir hamur! Dostlar, buradan sesleniyorum; İtalyan sinemasından çok ilerideyiz biz... Benim setimde, ayıptır söylemesi, çıkan yemeklerden figüranlar ölüyordu! Millet, sigara böreğinin peynirini burnundan çıkarıyordu. Bu film boyunca ise yedi kilo verdim. Yani biz ikramdan, yemekten kısarsak iyi film yapma ihtimalimiz artacak! (Kahkahalar)
 
MONICA'YA "SEN YILMAZ ERDOĞAN'I ARA" DEDİM 

Bu filmi yapmaya karar verdiğinizde 'bunun içerisinde Cem Yılmaz mutlaka olmalı' diye mi yola çıktınız yoksa onu bir filminizde görmek istiyordunuz, denk mi geldi her şey? 

F.Ö.: Filmin ilk konusu yazıldığında; filmde bir İngiliz oyuncu vardı, bir Fransız, bir Türk, bir de İtalyanlar vardı. Bir aksilik oldu, İngiliz oyuncu değişti. Birlikte çalışmayı çok istiyorduk ama o Oscar aldı ve hayatı allak bullak oldu... 

Colin Firth mü acaba o kişi? 

F.Ö.: Evet... 

C.Y.: Bizden koptu o arkadaş!! 

F.Ö.: Londra'ya gittik geldik, görüştük ama üç haftası vardı sadece, olmadı. 

C.Y.: Ben zaten boştaydım. (Gülüyor) 

F.Ö.: Yani hayat bu, bakarsınız Cem'le beraber karşılıklı oynarlar. Belli mi olur böyle şeyler! 

Daha önce de Cem Yılmaz ve Monica Bellucci'yle bir film hikayeniz vardı. O rafa mı kalktı? 

F.Ö.: Rafadan yumurta yaptık onu. (Gülüyor) Cem de, Monica da görüşmek için Londra'ya geldi, çok konuştuk ama...

C.Y.: Anlaşamadık! Elektriğimiz tutmadı. (Kahkahalar) Ben ona Yılmaz Erdoğan'ın telefonunu verdim, dedim "Sen git, onu ara." (Kahkahalar)

F.Ö.: O Yılmaz, öbürü Yılmaz; kadının kafası karıştı. Zaten o filmi yapmış olsaydık bile bunu da yapacaktık
Cem'le. Şu anda kafamda Cem'le yapmak istediğimiz çok hoş başka bir proje var. 

Bu birliktelik devam edecek yani? 

F.Ö.: İnşallah edecek. 

C.Y.: Çok güzel olur, keşke olsa. 

Yurt dışına açılmana Ferzan Özpetek ön ayak oluyor diyebilir miyiz bu durumda? 

C.Y.: Ben öyle düşünmüyorum... 

F.Ö.: Bir İtalyan yönetmen seni görüp filminde oynatmak istese, kıyameti koparırım! 

C.Y.: Yönetmenler kıskanç olur (Kahkahalar) Yavuz Abi (Turgul) sağ olsun filmi izledi, sonra da "Hımmm, demek Ferzan'la beraber böyle güzel filmler ha?" dedi. Yönetmenlerle oyuncular arasında böyle tatlı bir şey vardır. 

F.Ö.: Ben de kıskanırım, içim titrer benim oyuncularıma.
 
Şirin Sever / Günaydın